Psk. Uzm. Dr. Onur Karabatak

Bilişsel Davranışçı Terapi

Hakkımda

Psikoterapi Nedir?

Psikoterapi, bireylerin duygusal ve davranışsal sorunlarının çözümünü, ruh sağlıklarının geliştirilmesi ve korunmasını amaçlayan tekniklerin genel adıdır.

Psikoterapi sırasında, ruhsal durumunuz, düşünceleriniz, duygusal yapınız ve kişilik yapınızla ilgili bilgilendirilirsiniz. Psikoterapi size hayatınızın kontrolünü elinize almayı ve karşınıza çıkabilecek zorluklarla gerektiği gibi mücadele etmeyi öğrenmenizde yardımcı olur.

Birçok psikoterapi türü mevcuttur ve bunların her biri kendine özgü bir yaklaşıma sahiptir. Sizin için uygun olan psikoterapi türü sizin kişisel durumunuza bağlı olarak seçilir. Psikoterapi; konuşma terapisi, danışmanlık, psikososyal terapi veya yalnızca terapi olarak da bilinir.

Psikoterapi neden yapılır?

Psikoterapi; aşağıdakiler de dahil olmak üzere, çoğu zihin sağlığı probleminin tedavisinde yararlı olabilir:

Obsesif-kompulsif bozukluk(OKB), fobiler, panik atak hastalığı ve travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi anksiyete bozuklukları

Depresyon ve bipolar bozukluk gibi duygudurum bozuklukları

Alkolizm, ilaç bağımlılığı veya kompulsif kumar gibi bağımlılıklar

Anoreksiya nervoza ve bulimia gibi yeme bozuklukları

Sınır (borderline) kişilik bozukluğu ve antisosyal kişilik bozukluğu gibi kişilik bozuklukları

Şizofreni ve gerçeklikten kopmaya neden olan diğer hastalıklar (psikotik bozukluklar)

Psikoterapi sadece zihinsel hastalık teşhisi konmuş kişiler için değil, aynı zamanda günlük hayat stresi ile baş etmekte zorlanan kişiler için de yaralı bir uygulamadır. Örneğin aşağıdaki durumlarda faydalı olabilir:

Eşinizle veya sevgilinizle yaşadığınız sorunları çözmenizde

İş stresi, trafik stresi gibi günlük hayat stresinden ve endişelerinizden kurtulmanızda

Boşanma, işten atılma veya sevdiğiniz bir kişinin ölümü gibi üzücü durumlarla baş etmenizde

Trafikte aşırı öfkelenme ve pasif-agresif davranış sergileme gibi sağlıksız tepkilerinizi kontrol etmenizde

Diyabet, kanser veya kronik ağrı gibi kronik veya ciddi fiziksel sağlık sorunlarını kabullenebilmenizde

Fiziksel veya cinsel istismara veya şiddete maruz kaldıktan sonra kendinizi toparlamanızda

Fiziksel veya psikolojik sebepli cinsel sorunlarınızla baş etmenizde

Uykuya dalamama veya uyanık kalamama (insomnia) gibi sorunların çözümünde

Psikoterapi, bazı durumlarda antidepresan gibi psikiyatri ilaçları kadar etkili olabilir. Ancak, özel durumunuza bağlı olarak, tek başına psikoterapi ruhsal sağlık probleminizin çözümünde yeterli olmayabilir. İlaç tedavisine veya diğer başka tedavi yöntemlerine de ihtiyaç duyabilirsiniz.

Psikoterapinin riskleri nelerdir?

Genel olarak psikoterapide fazla bir risk yoktur, fakat acı dolu deneyimleri ve duyguları gündeme getirebileceği için bazen sizi duygusal açıdan rahatsız edebilir. Alıştırma tedavisi gibi bazı terapi türleri yaşamaktan kaçındığınız durumlarla yüzleşmenizi gerektirebilir. Örneğin uçak korkusu olan bir kişiye uçağa binmesinin önerilmesi gibi. Bu yüzleşme geçici bir strese veya kaygıya sebep olabilir. Fakat terapi sırasında öğrendiğiniz yöntemler size daha sonra korku gibi olumsuz duygularınızla baş etmenizde yardımcı olacaktır.

Psikoterapiye nasıl hazırlanabilirsiniz?

Bir psikoterapist ile görüşmeye ihtiyacınız olduğuna kendiniz karar verebilirsiniz veya bir doktor, bir akrabanız, bir arkadaşınız, işvereniniz veya herhangi bir kişi size psikoterapi görmenizi önerebilir. Başlangıç olarak sırasıyla aşağıdaki basamakları uygulayabilirsiniz:

Bir terapist bulun. Kendi başınıza, internetten araştırarak veya telefon rehberinden bakarak bir terapist bulabilirsiniz veya bir doktordan, bir sağlık kuruluşundan, bir arkadaştan ya da başka bir güvenilir kaynaktan yardım alabilirsiniz.

Fiyatlar hakkında bilgi edinin. Hizmetin devlet kurumlarında verilip verilmediğini öğrenin. Eğer özel bir sağlık kuruluşuna başvurmanız gerekiyorsa ve özel sağlık sigortanız varsa sigortanızın hizmetin ne kadarını karşıladığını öğrenin. Ayrıca ücret ve ödeme seçenekleri hakkında terapistiniz ile de konuşun.

Endişelerinizi gözden geçirin. İlk randevunuzdan önce, hangi sorunlarınız ile ilgili konuşmak istediğinize karar vermeye çalışın. Aslında randevu sırasında terapistiniz ile de yapabilirsiniz, fakat yine de önceden hazırlık yapmış olmanız daha hızlı ilerlemenizi sağlayacaktır.

Psikoterapistiniz hakkında daha çok bilgi edinin

Psikoterapistinizin eğitimi ve kariyer geçmişi ile ilgili araştırma yapın. Daha önce kendisi ile görüşmüş hastalara ulaşıp onlardan fikirlerini almaya çalışın.

Psikoterapiden Ne Beklemelisiniz?

İlk terapi seansınız genellikle terapistinizin sizi tanımaya çalışması ile geçer. Terapistiniz sizden şimdiki ve geçmişteki ruhsal ve fiziksel sağlık durumunuz hakkında formlar doldurmanızı isteyebilir. Bütün bu bilgiler terapistinizin durumunuzla ilgili daha derin bir anlayış kazanmasına yardımcı olur.

Terapistinizin durumunuzu ve endişelerinizi tamamen anlaması ve en uygun tedavi şekline karar vermesi birkaç seans sürebilir. İlk seans aynı zamanda terapistinizin sizin için faydalı olup olamayacağı konusunda fikir sahibi olmanız için bir fırsattır. Aşağıdakileri anladığınızdan emin olun:

Terapistin yaklaşımını ve terapi türünü

Hangi tür terapinin sizin için uygun olduğunu

Tedavi hedeflerinizi

Her seansın süresini

Kaç tane terapi seansına ihtiyacınız olduğunu

Terapi sırasında istediğiniz bir zamanda, özellikle de terapinin başlangıcında terapistinize soru sormaktan çekinmeyin.

Eğer görüştüğünüz terapistten memnun değilseniz mutlaka başka bir terapist ile görüşmeyi deneyin. Terapistiniz ile iyi bir iletişim içerisinde olmak etkili bir terapi için çok önemlidir.

Psikoterapiye başlamak

Psikoterapi seansları için terapistin muayenehanesine gideceksiniz. Büyük ihtimalle terapist ile haftada bir kez görüşeceksiniz ve bir seans 45 – 60 dakika sürecek.

Psikoterapi türleri

Birçok çeşit etkili terapi türü vardır. Her birisi belli hastalıklar ve belli durumlar için diğer türlere kıyasla daha etkili sonuçlar verir. Birçok durumda terapistler bu türlerin bir kombinasyonunu kullanırlar. Terapistiniz sizin için uygun olan en etkili yaklaşımı seçmek için özel durumuzu ve tercihlerinizi dikkate alacaktır.

Yaygın psikoterapi türleri

Bilişsel davranşçı tedavi,

Kişisel tedavi,

Psikodinamik psikoterapi,

Diyalektik davranış terapisi,

Kabul ve taahhüt tedavisi,

Aile terapisi,

Grup tedavisi,

Evlilik danışmanlığı,

Sixtus V

Sanat terapisi,

Pozlama tedavisi,

Oyun terapisi,

Psikoeğitim.

Psikoterapi sırasında neler olur?

Psikoterapi sırasında genellikle terapist ile yüz yüze gelecek şekilde oturulur. Terapist sizden duygularınız ve düşünceleriniz hakkında konuşmanızı ister. Eğer terapiste içinizi açmakta zorlanırsanız tasalanmayın. Uzman sizi rahatlatma konusunda size yardımcı olacaktır.

Terapi kimi zaman yoğun duygusal konuşmalar yapmanıza neden olur. Bu yoğun konuşmalar sırasında ağlayabilir, öfkelenebilir hatta duygusal bir patlama yaşayabilirsiniz. Ayrıca terapi sonrası kendinizi fiziksel olarak da yorgun hissedebilirsiniz. Tüm bu duygular normaldir.

Terapistiniz sizden bir süre sonra ev ödevi yapmanızı, konuşulanları evde düşünüp değerlendirmenizi isteyebilir. Bu ev ödevleri duygularınızın düzelip şekillenmesinde size yardımcı olacaktır.

Psikoterapide gizlilik

Çok özel durumlar dışında terapistler ile yapılan konuşmalar özel ve gizlidir. Terapist konuşmalarınızı ancak kendinize ya da başkasına zarar verebileceğinizi hissettiği zaman başka yetkililer ile paylaşır.

Psikoterapide Tedavinin süresi

Eğer basit bir sorun yaşıyorsanız tedavi genellikle birkaç hafta sürer. Eğer daha derin bir problem yaşıyorsanız tedavi yıllar boyunca sürebilir.

Psikoterapinin süresi;

Yaşadığınız ruhsal hastalığa,

Yaşadığınız belirtilere,

Şikayetlerinizin ne kadar süredir devam ettiğine,

Ne kadar sürede iyileşme gösterdiğinize,

Ne kadar stres yaşadığınıza,

Hastalığınızın günlük hayatınızı nasıl etkilediğine,

Aile ve çevrenizden ne kadar destek aldığınıza göre belirlenir.

Psikoterapide sonuçlar

Kimi durumlarda psikoterapi tamamen tedavi olmanıza yardımcı olmayabilir ama terapi size, zorluklar ile baş etme gücü verir.

Psikoterapiden en iyi şekilde yararlanmanın yolları:

Psikoterapi herkes için etkili bir tedavi değildir. Ama tedaviden maksimum faydayı almak için atabileceğiniz adımlar vardır.

Terapistiniz ile kendinizi güvende hissettiğinizden emin olun. Kendinizi rahat hissetmiyorsanız başka bir uzmandan destek alın.

Terapistiniz ile ortaklaşa çalışın. Onun size destek olduğunuzdan emin olduğunuz zaman siz de onunla bir takım gibi çalışın bu birlikte sonuca daha kolay ulaşmanızı sağlayacaktır.

Açık ve dürüst olun. Psikoterapide başarı ancak kendinizi olduğunuz gibi anlatırsanız sağlanabilir. Terapistinizin, korkularınızı ve endişelerinizi bilmesine izin verin. Duygularınızı onun yanında açıkça dile getirmekten asla çekinmeyin.

Tedavi planına bağlı kalın. Uzmanınızın sizin için önerdiği tedavi programın dışına asla çıkmayın, programa sadık kalın.

Anlık sonuçlar beklemeyin. Duygusal sorunlar üzerine yapılan terapiler ilk seansta sonuç vermez. Terapiden ilk seansta sonuç alamayınca vazgeçmeyin.

Terapistinizin size seanslar arasında verdiği ev ödevlerinizi mutlaka yapın. Unutmayın iyileşme sadece terapistin ofisinde gerçekleşmez tedaviye yalnız olduğunuz zamanlarda da devam etmelisiniz.

Cinsel Terapi

İnsanlarda cinsel aktivite kendi içerisinde 4 evreye ayrılır. Cinsel aktivitenin ilk aşaması uyarılmadır. Uyarılmayı takiben cinsel arzu bir noktada plato çizer ve ardından orgazm gerçekleşir. Cinsel aktivitenin son aşaması ise çözülme evresidir.

Cinsellik ile ilgili problemler bu 4 evrenin herhangi bir aşamasını ilgilendiren sorunlardan kaynaklanıyor olabilir. Cinsel aktivitenin çeşitli nedenlerle sağlıklı olarak gerçekleştirilememesi seksüel disfonksiyon olarak ifade edilir. Seksüel disfonksiyon her iki cinste de ortaya çıkabilen bir durumdur. Yaklaşık olarak her 10 kadından 4’ü ve her 10 erkekten 3’ünde hayatının bir bölümünde seksüel disfonksiyon meydana gelebilir.

Seksüel disfonksiyon tanımı altında değerlendirilen birçok farklı durum mevcuttur:

  • Erektil disfonksiyon
  • Libido kaybı (cinsel isteksizlik)
  • İlgi kaybı
  • Prematür ejekülasyon (erken boşalma)
  • Özgüven problemleri
  • Orgazm evresi ilgili problemler

Tatmin edici bir cinsel yaşam doğal ve sağlıklı olarak kabul edilir. İlişkideki genel iyilik halinin devamı için çiftlerin fiziksel ve duygusal olarak yakınlığının da sürdürülmesi gerekir. Cinsel yaşamın sağlıklı düzeyde sürdürülmesini engelleyen bazı problemlerin çözümüne yönelik olarak cinsel terapiden yararlanılabilir.

Cinsel Terapi Nedir?

Cinsel terapi karşılıklı diyalog, paylaşım ve uzlaşı üzerine kurulu bir konuşma terapisi uygulamasıdır. Terapide yer alan kişiler tıbbi, psikolojik ya da kişisel problemlerinden hangilerinin cinsel yaşam içinde bir problem haline geldiğinin tespitine yönelik olarak iletişim kurarlar.

Cinsel terapi uzmanları bu alanda eğitim almış lisanslı psikolog, doktor veya psikiyatri uzman hekimleridir. Geçici süreli bir danışmanlık hizmeti olarak kabul edilen cinsel terapi altta yatan nedene bağlı olarak değişmekle birlikte genellikle 5 ile 20 seans arasında tamamlanır.

Cinsel Terapi Nasıl Uygulanır?

Seans anında cinsel yaşam ile ilgili sorun yaratabilecek birçok problemin terapi uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerçekleşir. Cinsel isteğin derecesi, cinsel birleşmeye mani olabilecek herhangi bir fiziksel problemin olup olmadığı, disparoni (ağrılı cinsel birleşme) ya da sağlıklı bir cinsel yaşamın sürdürülmesini engelleyecek kronik rahatsızlıkların varlığı gibi durumlar konuşma terapisi esnasında irdelenebilecek konulara örnek olarak sayılabilir.

Diğer psikoterapi tekniklerinde olduğu gibi cinsel terapi seansı esnasında da deneyim, endişe ve duyguların paylaşımı gerçekleşir. Seans esnasında terapi uzmanı çiftlerle aynı anda ya da ayrı ayrı olarak görüşme gerçekleştirebilir.

Her seans sonunda sağlıklı bir cinsel yaşamın olduğu bir geleceğe aşama aşama yaklaşılır. Cinsel terapi uzmanı seksüel disfonksiyonun kaynağı olan problemin öncelikle kişiler tarafından kabul edilmesi ve farkındalığın sağlanması ile birlikte bu problemin kontrolüne yönelik adımların atılması için seansları yönlendirmeye devam eder.

Seans sonrasında cinsel terapi uzmanı tarafından çifte, cinsellik hakkındaki kitap okuma veya sağlıklı iletişim kurma egzersizleri gibi çeşitli ödevler verebilir.

Aynı zamanda cinsel terapi seansları içerisinde duygusal problemlerin seksüel disfonksiyonun kaynağı olabileceğinin araştırılması amacıyla bazı psikolojik test uygulamalarına başvurulabilir. Seans esnasında seksüel disfonksiyona neden olan problemin fiziksel bir problemden kaynaklandığının tespit edilmesi halinde, terapi uzmanı kişileri bu problemin çözümü olan branşa yönlendirir.

Cinsel Terapinin Faydaları Nelerdir?

Cinsel terapi genellikle kısa sürede tamamlanan bir psikoterapi çeşididir. Cinsellik ile ilgili problemlerin altında yatan neden seans esnasında bazen kısa süre içerisinde tespit edilerek çözümüne yönelik adımlar atılabilirken bazı problemlerin tespiti ise daha uzun sürede gerçekleşebilir. Cinsel terapi süresinin değişkenlik göstermesi cinsel problemlerin karmaşık yapıda olabilmesinden kaynaklanır.

Stres, kaygı ya da depresyon gibi durumlar cinsel yaşam ile bağlantılı olabileceği için göz ardı edilmemelidirler.
Başarılı bir terapi seansının temelleri, kişilerin karşılıklı güveni ve iyi iletişimleri vasıtasıyla atılabilir. Aynı zamanda terapi esnasında kişilerin cinsel aktivite ile ilgili kaygılarını paylaşması çiftlerin birbirilerine karşı gösterdiği anlayışın gelişimini sağlayabilir.
Erkeklerde cinsel uyarılmayı takiben ereksiyonun gerçekleşmesi penis bölgesine kan akışının artması ile gerçekleşir. Artan kan akımı penis içerisindeki boşlukları doldurmasıyla peniste büyüme ve sertleşme meydana gelir.

Yaklaşık olarak 40 yaşındaki her 10 erkekten 4’ünde karşılaşılan bir sorun olan erektil disfonksiyon, 70 yaş ve üzerindeki erkeklerde ise 2 kat daha fazla tespit edilen bir durumdur. Erektil disfonksiyon, fiziksel ya da psikolojik sorunlara bağlı olarak oluşabilmektedir.
Cinsel terapinin erkekler açısından fayda sağladığı durumlardan biri de erektil disfonksiyondur. Çiftin birlikte katılımı ve eşinin de çözümün bir parçası olmak için çaba gösterme seansların başarısına katkı sağlayacak unsurların başında gelir.

Erektil disfonksiyona yol açan nedenin stres olduğu durumlarda çiftlerin ortak katılımı ile gerçekleşen cinsel terapi seansları genellikle olumlu sonuçlanmaktadır. Erkeğin yalnız katılımı ile gerçekleşen terapi seanslarında başarı oranı daha düşüktür.

Erkeklerde cinsel yaşamı olumsuz yönde etkileyen problemlerden biri de prematür ejekülasyon yani erken boşalmadır. Prematür ejekülasyonda kişilerin ejekülasyonun zamanı üzerinde kontrolleri yoktur ve bu durumu erteleyemezler. Erken boşalma için belirlenmiş bir süre kalıbı yoktur ve çiftin bu durumu cinsel yaşamları için bir sorun olarak görmesi halinde çözüm arayaşına gidilmelidir. Prematür ejekülasyon her ne kadar cinsel aktivitenin süresinden bağımsız olarak değerlendirlen bir durum olsa da cinsel birleşmenin ilk 3 dakikasında ejekülasyon meydana gelmesi bu problem için tanısal öneme sahiptir.

Erkeklerin yaklaşık olarak 4’te 1’inde prematür ejekülasyon meydana gelebilir. Tüm toplumlarda sık olarak karşılaşılan bir problem olan prematür ejekülasyonun kalıcı olarak kabul edilmiş tek tedavi yaklaşımı cinsel terapi vasıtası ile kişinin ejekülasyon eylemi üzerinde kontrolünü kazanmasıdır.

Prematür ejekülasyonun çözümüne yönelik olarak gerçekleştirilen cinsel terapi seansları ortalama olarak 3 ay süren bir süreçtir. Kişinin cinsel terapi ile birlikte ejekülasyonu üzerinde kontrolü bir kez sağladığında bu durumu yaşamı boyunca devam ettirebilir.
Erişkin kadınların yaklaşık %40’ı hayatlarının bir bölümünde seksüel disfonksiyona yol açabilecek bir problemle karşılaşır. Genel olarak altta yatan neden, cinsel isteğin kaybı veya orgazm evresi ile ilgili problemlerdir.

Kadınlarda meydana gelen cinsel problemlerin temelinde genellikle anksiyete (kaygı) tespit edilir. Cinsel aktivite ile ilgili beklenti ya da performans anksiyetesi varlığında cinsel fonksiyonlar olumsuz yönde etkilenir. Cinsel terapi seansları ile kadınlarda cinsel uyarılmada azalmaya neden olan kaygının kontrolünün sağlanması hedeflenir.

Kadınlarda meydana gelen seksüel disfonksiyon nedenlerinden biri de vajinismustur. Vajinismus, cinsel aktivitenin gerçekleşmesine olanak vermeyecek şekilde vajen bölgesindeki kasların kasılmasını ifade eder. Bu durum mevcut iken denenecek bir cinsel birleşme oldukça ağrılı olarak gerçekleşir ve cinsel aktivitelere karşı bir korku hissinin ortaya çıkmasına neden olabilir.
Cinsel terapi seanslarına vajinismus şikâyeti ile başvuran kişilerde yaklaşık olarak 120 günlük bir süre içerisinde gerçekleşen 10 seans ile yüksek başarı oranları elde edilmiştir.

Orgazm dönemi ile ilgili problemler cinsel terapi seanslarında başarı ile ele alınan sorunlardan bir diğeridir. Cinsel aktivitedeki orgazm evresi sağlıklı bir cinsel yaşam için önemli bir evredir. Orgazm ile ilgili şikâyeti bulunan kadınlarda bu sorunun doğru şekilde ele alınmaması halinde ilerleyen zamanlarda farklı cinsel işlev bozuklukları ve ilişki problemlerinin meydana gelmesi açısından riskli kabul edilmesi nedeniyle göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur.

Cinsel Terapide Neler Yapılmaz?

İstismara ve oyalamaya açık bir alan olan cinsel sorunların tedavisinde danışan ya da hasta özellikle şu unsurlara dikkat etmelidir. Cinsel tedaviler, psikoterapi oturumları muayenehane veya hastanelerde yapılır. Görüşmelerin sıklığı, süresi ve temel ilkeleri belirlidir. Tedavilerin bilimsel olarak kanıta dayanması gerekir. Tıbbın, psikiyatrinin ve cinsel terapilerin bilimsel standartlarına olduğu kadar etik kurallarına da uygun olmalıdır.

Örneğin, cinsel sorunla başvuran bir hastada psikiyatristlerin muayenesi bedensel incelemelerden değil, davranış, düşünce ve duyguların incelendiği görüşmelerden oluşur. Bedensel bir sorunu olduğunu düşündüğü kişiyi ise kadın hastalıkları ve doğum uzmanı veya üroloji uzmanına yönlendirmelidir. Psikolog veya hangi branştan olursa olsun doktorun yanında ya da mekanında cinsel ilişki kurulmaz. Bilimsel olarak böyle bir tedavi yöntemi olmadığı gibi, bu durum tıp ahlakına uygun da değildir.

Cinsel Terapilerde Başarı Oranları Yüksek midir?
Cinsel terapide başarı oranı genellikle yüksektir. Kadın cinsel işlev bozuklukları arasında en sık görülen vajinismus tedavi açısından en yüz güldürücü sorundur. Cinsel terapiye en iyi ve en kısa sürede yanıt veren cinsel işlev bozukluğu olduğu da söylenebilir. Disparoni (ağrılı cinsel ilişki) tedavisi vajinismus tedavisine benzer ve cinsel terapi ile başarı oranı oldukça yüksektir. Bedensel nedenlere bağlı kadın uyarılma bozukluklarında nedene yönelik tedavi uygulanır. Örneğin menopoz dönemindeki hormon tedavileri sorunun çözümünde çok önemli bir yer tutar. Ya da herhangi bir ilaç kullanımına bağlı olarak ortaya çıkan uyarılma bozukluğunda ilacın değiştirilmesi ya da dozunun azaltılması sorunu kolayca çözebilir. Ancak cinsel istek bozukluğu tedavisinde cinsel terapiye yanıt oranı diğer cinsel sorunlara göre daha düşüktür.

Cinsel Terapide Düzelen Cinsel Sorunları Nüks Eder mi?

Cinsel sorunlar nedeniyle başvuran hastaya cinsel terapi eğitimi almış deneyimli psikiyatrist ve psikologlar tarafından cinsel terapi uygulanmalı ve sorun tam olarak düzeldikten sonra tedavi sona erdirilmelidir. Örneğin erken boşalma sorunu olan bir hastanın cinsel terapisi sona erdiğinde sorunun tekrarlama olasılığı bulunmamaktadır. Ancak tamamlanmamış ya da yarım bırakılmış cinsel terapilerde cinsel sorunlar nüks edebilir. Tekrar terapiye alındığında ise hastada depresyon, motivasyon eksikliği nedeniyle tedavi süresi uzayabilir. Öte yandan örneğin; daha önce sertleşme bozukluğu nedeniyle tedavi edilmiş olan bir hastada ileri yaşlarda şeker hastalığı veya kalp damar hastalığı gibi bedensel hastalıklar nedeniyle tekrar sertleşme bozukluğu gelişebilir.

Yetişkin Terapisi

Bir insanın sağlıklı bir yaşam sürdürebilmesi için fiziksel sağlığı ile birlikte ruhsal sağlığı da çok önemlidir. Yaşamın koşuşturmacası içinde insan kendisi, düşünceleri, duyguları ve yaşantıları üzerine yeterince odaklanamamaktadır.

Öz farkındalık sorunu bir çok insanın yaşadığı temel bir sorundur. Bu soruna bağlı olarak gelişen fiziksel ve ruhsal sorunlar insan yaşamının her alanını kapsayabilmektedir.


Yetişkin terapisi, insan yaşamında yer alan ruhsal ve psikolojik; sorun ve zorlukları farklı terapi yöntem ve teknikleriyle ele alan iyileştirme çabasıdır. Bu çabanın temel amacı, bedensel ve ruhsal açıdan kişinin kendisinin ve sorunlarının farkında olmasına, yaşadığı sorunları çözme becerisi kazanmasına, kendisini ve yaşamını önemseyen, çevresiyle ve kendisiyle barışık bir birey olmasına katkı sağlamaktır.

Yetişkin Terapisine Kimler Başvurmalıdır?

Yaşamında sorunlar ve zorluklar olduğunu fark eden; yaşadığı zorlukların nedenlerini bulmaya ve çözüm yolları üretmeye çalışan; var olan yaşam konforunu daha iyi düzeylere çekmek isteyen her yetişkin birey yetişkin terapisine başvurabilir. Yetişkin terapisinin bazı çalışma alanları şunlardır:

  1. Depresyon
  2. Anksiyete (kaygı) bozuklukları
  3. Her tür fobik (korkuya dayalı) sorunlar: Sosyal fobi, her türlü hayvan fobisi, kapalı alan fobisi, karanlık fobisi, yalnızlık fobisi vb.
  4. Travmatik yaşantılar: Deprem, kaza, şiddet, taciz vb.
  5. Takıntı (OKB) sorunları
  6. Kayıp ve yas süreci
  7. Paniatak
  8. Dürtü kontrol bozukluğu
  9. Yeme bozuklukları
  10. Zararlı madde kullanımı sorunları
  11. Stres yönetimi
  12. İlişki ve iletişim sorunları
  13. Öfke kontrolü ve duygu yönetimi
  14. Kişilik yapıları ve sorunları
  15. Karar verme ve sorun çözme sorunları
  16. Kariyer planlama ve mesleki doyum sorunları

Kimler bireysel terapiye başvurabilir?

Kendini keşfetmek isteyen, içinde yaşadığı durum ve problemlerini gidermek isteyen, yaşadıklarını anlamlandırmak isteyen her yetişkin birey, bireysel psikoterapi çalışmasına başlayabilir.


Psikoterapiye zorlu bir yaşam olayının tetiklemesiyle, bir semptom (depresyon, obsesyon, burnout, kaygı vb.) yaşandığında, varoluşsal sorgulamalarda, travmatik bir olay veya kayıp yaşadıklarında başvurabileceği gibi, bireyler kendilerini tanımak, keşfetmek için de başlayabilirler.


Her insan kendini tanıyıp, anlamak ister. Kendini tanıyıp anlamlandıran, kendi isteklerini bilen, potansiyelini anlayan insan, kendini gerçekleştirmeye yönelik büyük bir adım atmış demektir. Tarafsız bir şekilde kendinizi keşfetmek, hayatınızdaki sorunlarınızı gidermek için bireysel psikoterapi sürecine başlanabilir. Terapi, öz farkındalığı geliştirip, hayatınızdaki, içinizdeki duygusal karmaşalardan uzaklaşmanıza, içsel olarak güçlü ve özgür hissedebilmenize yardımcı olur.

Bireysel Yetişkin Terapi Çeşitleri?

Bireysel Yetişkin terapi içerisinde etkinliği kanıtlanmış birçok terapi seçeneği bulunmaktadır. Bunlardan en sık kullanılan terapi yöntemleri ise şöyledir; bilişsel-davranışçı terapi, şema terapi, EMDR terapi


Bilişsel Davranışçı Terapi: Bilişsel davranışçı terapi, bireylerin düşünce yapısını değiştirerek duygu ve düşünceleri pozitife yöneltmeyi amaçlayan bir bireysel terapi türüdür. Bilişsel Davranışçı Terapi, bireylerin yaşadıkları sorunlara ve bu sorunlara neden olan yaşanmışlıklara odaklanır. Geçmiş travmalar sonucu oluşan sorunlu duygu, düşünce ve davranışları iyileştirmek ve değiştirmek, danışanlara yeni bir düşünce biçimi kazandırmak, sorunlar ile baş etme yollarını göstermek bilişsel davranışçı terapinin konusudur.
Bilişsel davranışçı terapide, danışana rahatsızlık veren, sorunlu düşüncelere ele alınır ve danışan ile birlikte çalışılarak, bu düşüncelerin yerine sağlıklı olanların getirilmesi ve sorunların çözümü üzerine gidilir. Bunu yaparken de maruz bırakma gibi pek çok teknikten yararlanır. Bilişsel davranışçı terapi, depresyon, kaygı bozukluğu, fobiler, ilişkiler ile ilgili sorunlar, travma sonrası stres bozukluğu gibi konularda oldukça etkili bir terapi yöntemidir.


Şema Terapi: Şema terapi, çıkış noktası borderline kişilik bozukluğu ve narsisistik kişilik bozukluğu sorunlarına çözüm bulmak olan bir bireysel terapi türüdür. Şema terapi zamanla gelişerek depresyon, alkol ve madde kullanımı, travmalar, yeme bozuklukları gibi birçok alanda kullanılabilen etkili bir yöntem haline gelmiştir. Şema terapi, insanın zihninin doğduğunda boş olduğu ancak bilgili edinme ve işleme kapasitesine sahip olduğu düşüncesinden yola çıkmıştır.


Şema terapiye göre bireyler doğdukları andan itibaren yaşadıkları deneyimle ile yeni bir bilgi öğrenirler ve bu beyinleri şemalar halinde zihinlerine yerleştirirler. Bireyler olumsuz ve travmatik yaşanmışlıkları sonucunda oluşan kötü şemalar ise, bireylerin ileriki dönemlerde psikolojik sorunlar yaşamasına neden olmaktadır.


EMDR Terapi: EMDR terapi (Göz Hareketleri İle Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme), bireylerin yaşadıkları psikolojik rahatsızlıkların, olumsuz duygu, düşünce ve davranışların, göz hareketleri kullanılarak bakış açısının değiştirilmesi ile ortadan kaldırılabileceği mantığına dayanan bir bireysel terapi yöntemidir. EMDR terapide bireylerin yaşadıkları travmatik, olumsuz olaylar değiştirilmez, yalnızca bireylerin bu olaylara bakış açısı değiştirilir. Böylece olumsuz, travmatik olaylar artık bireyleri rahatsız etmek ve sorunlar yaşamalarına da sebep olmaz.


Bireysel Yetişkin Terapi Ne Kadar Sürmektedir?

Bireysel Yetişkin terapi, danışanın yaşadığı sıkıntılara ve zorluklara bağlı olarak farklı sürelerde ve zaman aralığında yapılmaktadır. Bireysel terapi minimum 5-6 seans sürmekte, danışanların yaşadığı sorunlara bağlı olarak ise 10-12 ay hatta 1,5 yıl kadar bile sürebilmektedir. Obsesif kompülsif bozukluk, depresyon gibi yoğun yaşanan ve hayatı kısıtlayan rahatsızlıklar olduğu için daha uzun süreli bir tedavi sürecini gerekli kılmaktadır. Danışanları terapi sürecinde gösterdiği çaba ve yaşadıkları, hisleri hakkında açık olması terapi sürecinin daha kısa sürmesine olanak sağlayacaktır.
Bireysel Yetişkin terapinin bir seansı yaklaşık 45 dakika- 1 saat arasında değişmektedir. Seans aralıkları genellikle bir hafta veya 15 gün olmaktadır. Danışanların sorun yaşadıkları konulara göre terapistin uygun görmesi ile, haftada birkaç kez de yapılabilmektedir. Terapi sürecinin olumlu ilerlemesi ile seans aralıklar 3 haftaya çıkabilmektedir.


Bireysel Yetişkin Terapinin Faydaları Nelerdir?

Bireysel Yetişkin terapi, bireylerin duygu, düşünce ve davranışların gözle görülür bir biçimde iyileşmeler görüşmesini sağlamakta, olumsuz olan bu duygu, düşünce ve davranışların yerini olumlu olanlara bırakmasını sağlamaktadır. Bireysel terapi, bireylerin kendilerini daha iyi tanımalarına, anlamalarına ve ne istediklerini keşfetmelerine olanak tanımaktadır. Bireysel terapi ile bireyler geçmişle hesaplarını kapatarak, gelecekte ne istediklerine odaklanmaktadır. Aile ve çevresel ilişkilerin iyileşmesine yardımcı olan bireysel terapi, bireylerin yaşam kalitesini de yükseltmektedir.

Tanı Yöntemleri

Bipolar bozuklukta tanı sıklıkla aile öyküsü alındıktan sonra klinik izlenimle konulabilir. İlk atağın çeşidi bipolar bozukluğu belirleyici unsurların başında yer alır. Eğer ilk atak depresifse bu hastalığın bipolar olup olmadığını anlamak durumu zorlaştırabilir.

Bir hastaya bipolar tanısının net olarak konulması için manik ve depresif atakların gözlemlenmesi gereklidir. Bipolar bozukluğun tanı olarak karmaşa yarattığı durumlar olabilir. Kişide alkol veya madde bağımlılığı gibi problemler varsa tanı koymak zorlaşabilir.

Bipolar bozukluk kendi grubunda yer alan diğer hastalıklarla karıştırılabileceği için buradaki en önemli faktör hastanın atak dönemlerinin gözlemlenmesidir. Psikiyatr tarafından hastanın mani veya hipomani durumunda kendine zarar verici düşüncelere kapılıp kapılmadığı, ailede bipolar bozukluğa sahip başka bir birey olup olmadığı gibi sorularla sorulur.

Hekim tarafından hastanın aşırı aktif tiroide sahip olma durumu da göz önünde bulundurularak çeşitli testler istenebilir. Yine beyindeki fonksiyonları gözlemlemek için MR ya da diğer görüntüleme yöntemlerinden faydalanılabilir.

Tedavi Yöntemleri

Bipolar bozukluğun tedavi süreci hastanın hekimle olan iş birliği ve aile yakınlarının tedavi sürecindeki destekleri oldukça önemlidir. Atakların ciddi bir bölümünde hasta ne hissettiğini, ne yaşadığını ve kendisinde ne tür değişikliklerin meydana geldiğini fark edemeyebilir. Bipolar bozukluğa sahip bir hasta ileri seviyelere kadar kendi durumundaki değişiklikleri gözlemleyemeyebilir.

Depresif dönemde hasta mutsuzluğundan, hayattan keyif alamamakta sürekli olarak yakınabilir ve hasta bunu anlayamayabilir. Fakat mani dönemde ise sıklıkla çevre tarafından fark edilen bir dönemdir. Bu dönemde atak dönemleri oldukça önemlidir.

Atak dönemlerinde hasta eğer depresif bir dönemdeyse genellikle antidepresanlarla duygu – durum düzenleyici ilaç tedavisi yapılır. Manik dönemde ise eğer psikotik belirtiler eşlik ediyorsa antipsikotiklerden faydalanılabilir.

Bipolar bozukluk atakların dışında kişinin normal hayatını sürdürebildiği bir hastalıktır. Tedavi süreci sadece ataklar geldiği zaman değil, atakların oluşmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Duygu durum dengeleyici ilaçlar bu açıdan oldukça önemlidir.

Bipolar bozukluğa sahip hastalar bir süre sonra kendilerini iyi hissettikleri için ilaç kullanımını bırakmak isteyebilirler. Burada hasta yakınlarının, hastaya yaklaşımı oldukça önemlidir. Hastanın ilaç kullanımını destekleyici söylemlerde ve özellikle hastalığın atakları açısında aile yakınlarının farkındalığının yüksek olması oldukça önemlidir.

Sosyal Fobi

Aynı zamanda sosyal fobi olarak da adlandırılan sosyal anksiyete bozukluğu bireyin günlük normal etkileşimler sürecinde başkaları tarafından gözlem altına alınmaktan veya yargılanmaktan korkmasından dolayı ortaya çıkan yoğun anksiyete, korku, özbilinç ve utanç duygularına verilen isimdir.

Normal şartlarda bazı sosyal durumlarda, örneğin yeni tanışılan birisiyle ilk randevuya çıkmak, derste sunum yapmak veya bir iş başvurusuna katılmak bireyde gerginliğe yol açabilir, ancak sosyal anksiyete bozukluğunda korku ve anksiyete, bireyin olaylardan hayatını bozabilecek derecede kaçınmasına yol açar. Şiddetli stres bireyin günlük rutinini, işini, okulunu veya diğer aktivitelerini etkileyebilir.

Sosyal anksiyete bozukluğu kronik bir zihinsel sağlık durumudur, ancak hem psikoterapi ve hem de ilaç terapisi yardımıyla çeşitli konular ile başa çıkma becerilerini öğrenmek, bireyin güven kazanmasına ve başkalarıyla etkileşim yeteneğinizi geliştirmesine yardımcı olabilir.

Sosyal Fobi Neden Olur?

Akıl sağlığını etkileyen diğer birçok durum gibi sosyal anksiyete bozukluğu da muhtemelen biyolojik ve çevresel faktörlerin karmaşık bir etkileşiminden kaynaklanmaktadır.

Sosyal fobinin olası sebepleri arasında öncelikle kalıtımsal özellikler gelir. Anksiyete bozuklukları kan bağı ile bağlı aile bireylerinde görülme eğilimindedir. Bununla birlikte, sosyal anksiyete bozukluğunun ne kadarının genetikten ve ne kadarının öğrenilmiş davranıştan kaynaklandığı henüz tıp uzmanları tarafından kesin belirlenmemiştir.

Buna ek olarak beyindeki amigdala adı verilen bir yapının, korku tepkisini kontrol etmede rol oynadığı düşünülmektedir. Aşırı aktif bir amigdalası olan bireyler, sosyal durumlarda artan anksiyeteye neden olan yüksek ve yoğun bir korku tepkisine sahip olabilirler.

Sosyal anksiyete bozukluğunun sonradan öğrenilmiş bir davranış olduğuna dair araştırma sonuçları mevcuttur. Bazı bireyler rahatsız edici veya utanç verici bir sosyal durumdan sonra sosyal fobi geliştirebilir. Buna ek olarak, sosyal anksiyete bozukluğu nedeniyle sosyal durumlarda kaygılı davranışları gösteren ya da çocuklarını daha yoğun kontrol altında tutan veya aşırı korumacı olan ebeveynler arasında bir ilişki olduğu da düşünülmektedir.

Çeşitli faktörlerin sosyal anksiyete bozukluğu geliştirme riskini artırdığı düşünülmektedir. Buna göre biyolojik ebeveynlerinde veya kardeşlerinde sosyal fobi görünen bireylerin sosyal anksiyete bozukluğu geliştirme olasılığı daha yüksektir.

Alay edilme, aşağılanma, reddedilme, veya zorbalık gibi olumsuz deneyimler yaşayan çocukların sosyal kaygı bozukluğuna daha yatkın olduğu gözlemlenmiştir.

Bunun yanı sıra aile içi çatışma ortamı, travma veya istismar gibi diğer olumsuz olaylar da sosyal anksiyete bozukluğu ile ilişkilendirilebilir.

Yeni durumlarla veya bireylerle karşılaştıklarında utangaç, çekingen, içine kapanık veya ölçülü davranış gösterecek mizaca sahip çocukların daha büyük risk altında olduğu düşünülmektedir.

Sosyal anksiyete bozukluğu semptomları tipik olarak ergenlik çağında başlar, ancak bazı vakalarda yeni insanlarla tanışmak, toplum içinde konuşma yapmak veya önemli bir iş sunumu yapmak daha ileri yaşlarda semptomları ilk kez tetikleyebilir.

Bireyin dikkat çeken bir görünüm veya duruma sahip olması, mesela parkinson hastalığına bağlı yüzdeki şekil bozukluğu, kekemelik veya sürekli titreme nöbetleri bireyin öz bilinç duygularını artırabilir ve sosyal fobiyi tetikleyebilir.

Sosyal Fobi İle Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar Nelerdir?

Tedavi edilmeyen sosyal anksiyete bozukluğu bireyin hayatını olumsuz şekilde yönetebilir. Sosyal fobiye bağlı kaygılar bireyin hayattan, ilişkilerden, işten veya okuldan keyif almasına engel olabilir. Bu da çok fazla alkol kullanmak gibi madde bağımlılığı, düşük akademik hayatta ya da işte başarısızlık, eleştiriye karşı aşırı duyarlılık, kendini öne çıkarmada sorun, i̇ntihar veya intihar girişimleri, i̇zolasyon ve sosyal ilişki kurmada zorlanma, kendine güvensizlik, kendi kendine olumsuz havada konuşma ve zayıf sosyal beceriler gibi komplikasyonlara yol açabilir.

Dahası özellikle majör depresif bozukluk ve madde kullanımı sorunları olmak üzere diğer anksiyete bozuklukları ve bazı diğer akıl sağlığı bozuklukları da sıklıkla sosyal anksiyete bozukluğu ile ortaya çıkar.

Sosyal Fobi Nasıl Önlenir?

Bir bireyin sosyal anksiyete bozukluğu geliştirmesini neyin tetikleyeceğini önceden tahmin etmenin bir yolu yoktur, ancak bu konuda endişe taşıyan bireyler semptomların etkisini azaltmak için çeşitli adımlar atabilirler.

Öncelikle bu tür bir endişe taşıyan bireylerin erkenden yardım alması gereklidir. Diğer birçok akıl sağlığı durumu gibi sosyal anksiyete bozukluğu tedavisi de bekledikçe daha zor bir hal alır.

Birey kişisel yaşamını takip etmek, kendisinin ve ruh sağlığı uzmanının neyin strese neden olduğunu ve neyin daha iyi hissetmesine yardımcı olduğunu belirlemesine yardımcı olmak için bir günlük tutabilir.

Birey kendi hayatındaki sorunları önceliklendirerek, zamanını ve enerjisini dikkatlice yönetebilir ve bu sayede hissettiği kaygıyı azaltabilir. Bu süreçte bireyin kendi hoşuna giden işleri yapmaya zaman ayırması tavsiye edilir.

Sigara, uyuşturucu, aşırı alkol hatta kafein gibi sağlıksız madde kullanımından kaçınmak önemlidir. Bu maddeler özellikle aşırı kullanıldıklarında hem kaygıya neden olabilir hem de var olan kaygı hislerini ağırlaştırabilir.

Bu maddelere bağımlı olmak bireyde ayrıca endişeye neden olabilir. Bu maddeleri bırakmak bireyin kendi başına yapmasında zorlandığı bir durumsa birey doktoruna başvurmalıdır. Doktor bireye yardımcı olacak bir tedavi programı veya destek grubu bulmayı kolaylaştıracaktır.

Sosyal Fobi Belirtileri Ve Türleri Nelerdir?

Bazı durumlarda özellikle çocuklarda görülen utangaçlık veya rahatsızlık hissinin sosyal anksiyete bozukluğunun (sosyal fobi) belirtileri olması zorunlu değildir. Bireylerin çeşitli sosyal ortamlarda hissettikleri rahatlık seviyeleri bireyin kişilik özelliklerine ve yaşam deneyimlerine bağlı olarak değişir. Bazı bireyler doğal olarak çekingen ve içe dönük iken diğerleri daha dışa dönük bir kişilik yapısına sahiptir.

Sosyal anksiyete bozukluğu günlük normal gerginliğin aksine günlük standart rutini, iş hayatını, okulu veya diğer normal aktiviteleri engelleyen korku, kaygı ve kaçınma hislerini içerir. Sosyal anksiyete bozukluğu tipik olarak ilk defa ergenlik döneminin başından ortasına kadar başlar, ancak bazı vakalarda daha küçük çocuklarda veya yetişkinlerde başladığı da gözlemlenmiştir.

Sosyal anksiyete bozukluğunun birden fazla kalıcı duygusal ve davranışsal belirtisi, işareti ve semptomu olabilir.

Sosyal fobinin belirtileri arasında başta yargılanacak durumlardan korkmak olmak üzere bireyin bir sosyal durumdan sonra performansını analiz etmek ve etkileşimlerindeki kusurları belirlemek için zaman harcaması, i̇lgi odağı olabileceğini durumlardan kaçınması, korkulan bir aktivite veya olay beklentisiyle kaygı duyması, rezil olma veya kendini rezil etme endişesi, sosyal bir durum sırasında olumsuz bir deneyimden olası en kötü sonuçları beklemesi, utanç korkusuyla bir şeyler yapmaktan veya insanlarla konuşmaktan kaçınması, yabancılarla etkileşime girerken veya konuşurken hissedilen yoğun korku, sosyal bir duruma sürekli yoğun korku veya endişeyle katlanma ve yüzde kızarma, terleme veya titreme gibi bireyin kendisini utandırabilecek fiziksel belirtilerden korkması sayılabilir.

Çocuklar arasında, yetişkinler veya akranları ile etkileşime girme endişesi ağlayarak, öfke nöbetleri geçirerek, ebeveynlere yapışarak veya sosyal durumlarda konuşmayı reddederek gösterilebilir.

Performans tipi sosyal anksiyete bozukluğunun belirtileri diğer sosyal durumlarda değil, ancak sadece topluluk önünde konuşma yaparken veya performans sergilerken hissedilen yoğun korku ve kaygı olarak ortaya çıkabilir.

Sosyal anksiyete bozukluğunun aynı zamanda birkaç fiziksel belirti ve semptomu olabilir ve bunlar sosyal fobinin duygusal ve davranışsal belirtilerine eşlik edebilir. Sosyal fobinin fiziksel belirtileri arasında baş dönmesi (vertigo), kalp atışında hızlanma, kas gerginliği, mide bulantısı, nefes almakta güçlük, terleme, titreme, zihnin boş olduğunu hissetmek ve yüz kızarması sayılabilir.

Sosyal fobinin bir başka belirtisi de çeşitli yaygın sosyal durumlardan kaçınmadır. Sosyal anksiyete bozukluğu olan bireyler başkalarının önünde yemek, flört, göz teması kurmak, i̇nsanların zaten oturduğu bir odaya girmek, i̇şe veya okula gitmek, konuşmaları başlatmak, partilere veya sosyal toplantılara katılmak, tanıdık olmayan insanlarla veya yabancılarla etkileşim kurmak, umumi tuvalet kullanmak, ya da alınan ürünleri bir mağazaya geri iade etmek gibi günlük deneyimlerden her durumda kaçınma eğilimi gösterebilir.

Sosyal anksiyete bozukluğunun belirtileri zamanla değişim gösterebilir. Birey, çok fazla stres veya günlük taleple karşı karşıya kalırsa durumu ağırlaşabilir. Her ne kadar anksiyete yaratan durumlardan kaçınmak kısa vadede bireyin kendisini daha iyi hissetmesine neden olsa da, uygun ve doğru tedavinin uygulanmadığı vakalarda bu kaygı uzun vadede devam edebilir ve bireyin hayat kalitesini düşürebilir.

Bireyler utanma, endişe veya paniğe neden oldukları için normal sosyal durumlardan korkuyor ve bunlardan kaçınıyorsa mutlaka bir doktora veya veya akıl sağlığı uzmanına başvurmalıdır.

Tanı Yöntemleri

Sosyal Fobi Nasıl Teşhis Edilir?

Sosyal anksiyete bozukluğu teşhisi sürecinde doktor bireyin anksiyetesine başka koşulların neden olup olmadığını veya bireyde başka bir fiziksel veya zihinsel sağlık bozukluğunun yanı sıra sosyal fobi olup olmadığını belirlemek isteyecektir.

Buna yönelik olarak doktor, herhangi bir tıbbi durumun veya ilacın anksiyete belirtilerini tetikleyip tetikleyemediğini değerlendirmek için bir fiziksel muayene gerçekleştirecek ve bu süreçte bireyin belirtilerinin ne sıklıkta ortaya ve hangi durumlarda ortaya çıktığının belirlenmesi için çeşitli sorular soracaktır.

Hasta bireyi endişelendirip endişelendirmediklerinin belirlenmesi için çeşitli durumların bir listesini birlikte gözden geçirdikten sonra, bireyden sosyal kaygı semptomları hakkında çeşitli kendi kendine bildirim anketleri doldurmasını isteyecektir.

Doktor teşhis sürecinde bireyin yargılanabileceğini, utandığını veya küçük düşürüldüğünü düşündüğü için belirli sosyal durumlar hakkında kalıcı, yoğun korku veya endişe hissetmesine, durumla orantısız aşırı kaygı hissetmesine, günlük yaşama müdahale edecek seviyede kaygı veya sıkıntı hissetmesine, kendisinde kaygı üreten sosyal durumlardan kaçınmasına veya bunlara yoğun korku veya kaygı hisleri ile katlanmasına ya da tıbbi bir durum, ilaç veya madde bağımlılığı ile açıklanamayan korku veya endişe hislerinin varlığına dair izler arayacaktır.

Tedavi Yöntemleri

Sosyal Fobi Nasıl Tedavi Edilir?

Sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisi, durumun bireyin günlük yaşamda işlev görme yeteneğini ne kadar etkilediğine bağlıdır. Sosyal anksiyete bozukluğu için en yaygın iki tedavi türü psikoterapi yani psikolojik danışma veya konuşma terapisi veya ilaç tedavisidir. Bazı vakalarda iki tedavi türü eş zamanlı olarak kullanılır.

Psikoterapi, çoğu sosyal anksiyete bozukluğu vakasında görülen semptomlarda iyileşmeye yol açar. Terapi sürecinde birey kendisiyle ilgili olumsuz düşünceleri nasıl tanıyacağını ve değiştireceğini öğrenir. Sosyal durumlarda güven kazanmasına yardımcı olacak beceriler geliştirir.

Bilişsel davranışçı terapi, anksiyete için en etkili psikoterapi türüdür. Bu terapi türü hem bireysel hem de gruplar halinde yapıldığında eşit derecede etki gösterebilir.

Maruz kalmaya dayalı bilişsel davranışçı terapi sürecinde birey en çok korktuğu durumlarla yavaş yavaş yüzleştirilir. Bu, bireyin başa çıkma becerilerini geliştirebilir ve kaygı uyandıran durumlarla başa çıkabileceğine dair kendisine güven geliştirmesine yardımcı olabilir.

Birey sosyal becerilerini geliştirmek ve başkalarıyla ilgili rahatlık ile kendine güven kazanmak için beceri eğitimine veya rol yapma oyunlarına da katılabilir. Bireyin sosyal durumlara maruz kalma pratiği yapması, endişeleri ile başa çıkması için özellikle faydalı olabilir.

Sosyal fobinin tedavisinde kullanılabilecek çeşitli ilaç türleri mevcut olmasına rağmen, seçici serotonin geri alım inhibitörleri genellikle sosyal kaygının kalıcı semptomları için denenen ilk ilaç türüdür.

Doktor, yan etki görülmesi riskini en aza indirmek için, bireye düşük dozda ilaç vermeye başlayabilir ve reçeteyi yavaş yavaş tam doza çıkarabilir. Bu tedavi türünde belirtilerin belirgin şekilde iyileşmesi birkaç haftadan birkaç aya kadar sürebilir.

Sosyal kaygı sendromu belirtileri için kullanılan başka ilaç türleri de mevcuttur. Örneğin birey için en az yan etkiye sahip, ve en etkili olan türü bulmak için birkaç farklı antidepresan türünü denemek gerekebilir.

Bazı anti-anksiyete ilaçları bireyin kaygı seviyesini azaltabilir. Bu ilaçlar çoğunlukla hızlı etki gösterseler bile bağımlılığa ve uyuşukluğa yol açabilirler. Bu sebeple sadece kısa süreli reçete edilirler.

Beta blokerleri, adrenalinin uyarıcı etkisini bloke ederek çalışırlar. Bu sayede kalp atış hızı ile tansiyonu kontrol edip seste veya uzuvlarda titremeyi azaltabilirler. Bu sebeple, konuşma yapma gibi belirli bir duruma ilişkin semptomları kontrol etmek üzere seyrek olarak kullanıldıklarında en iyi sonucu verirler. Ancak sosyal fobinin genel tedavisi için tavsiye edilmezler.

Bireyler sosyal anksiyete bozukluğu tedavisinin uzun süreceğini kabul etmelidir. Bu sebeple hemen pes edilmemelidir. Birkaç hafta veya ay boyunca psikoterapi yardımıyla ilerleme kaydedilebilir, veya bireyin durumu için doğru ilacı bulmak biraz deneme yanılma gerektirebilir.

Bazı vakalarda sosyal anksiyete bozukluğunun semptomları zamanla azalabilir ve bu sayede ilaç tedavisi kesilebilir. Diğer vakalarda ise durumun nüksetmesini önlemek için yıllarca ilaç alması gerekebilir.

Tedaviden en etkin şekilde faydalanmak isteyen bireyler tıbbi ve terapi randevularınıza uymalıdır. Kaygıya neden olan sosyal durumlara yaklaşmak için hedefler belirleyerek kendisine meydan okumalıdır. Birey ilaçları belirtildiği şekilde kullanmalı ve durumdaki herhangi bir değişikliği doktora bildirmelidir.

Sosyal Fobi İçin Alternatif Tıp

Anksiyete tedavisi olarak alternatif tıp adı altında sunulan çeşitli bitkisel ilaçlar bilimsel olarak incelenmiştir. Ancak elde edilen sonuçlar karışıktır ve birçok vakada insanlar kullanımlarından hiçbir fayda görememektedir.

Bu tür yöntemlerin riskleri ve faydalarını tam olarak anlamak için daha fazla araştırmaya ihtiyaç vardır. Bazı doğal bitkisel takviyeler kendi başlarına veya kullanılan ilaçlar ile birlikte etkileşime girerek çeşitli sorunlara yol açabilir. Bu nedenle herhangi bir bitkisel ilaç veya takviye almadan önce, güvenli olduklarından ve alınan ilaçlarla etkileşime girmeyeceklerinden emin olmak için doktora başvurmak gereklidir.

Sosyal Fobi İçin Yaşam Tarzı Değişiklikleri Ve Evde Bakım

Sosyal anksiyete bozukluğu tedavisi sürecinde bireyler bir tıp uzmanının veya bir psikoterapistin yardımına ihtiyaç duysa da, bireyin belirti ve semptomlarını tetiklemesi muhtemel durumlarla başa çıkmak atabileceği bir takım adımlar mevcuttur. Bu adımlar arasında alkolden kaçınmak, düzenli olarak fiziksel egzersiz yapmak veya fiziksel olarak aktif olmak, kafeini sınırlamak veya bütünüyle kaçınmak, rahat hissedilen insanlara ulaşarak onlarla sosyal ortamlara katılmak, sağlıklı, dengeli bir diyet yapmak, stresi azaltma becerilerini öğrenmek ve yeterli uyku alınan uyku düzenine sahip olmak sayılabilir.

Birey küçük adımlarla pratik yapmalıdır. Öncelikle hangi durumların en çok kaygıya neden olduğunu belirlemek için korkula göz önüne alınmalıdır. Daha sonra, daha az kaygıya neden olana kadar bu aktiviteleri yavaş yavaş uygulamaya başlamak faydalı olabilir. Birey kendisine günlük veya haftalık hedefler belirleyebilir. Ne kadar çok pratik yapılırsa, o kadar az endişe oluşacaktır.

Mesela halka açık bir ortamda yakın bir akraba, arkadaş veya tanıdıkla birlikte yemek yemek, bir başkası ile bilerek göz teması kurmak ve selam veren ilk kişi olmak, birisine iltifat etmek, bir perakende satış görevlisinden bir ürünü bulma konusunda yardım istemek, bir yabancıdan yol tarifi almak, başkalarına kendileri hakkında soru sorup, onlara ilgi göstermek veya plan yapmak için bir arkadaşı aramak gibi yöntemler bireylere yardımcı olabilir.

Sosyal durumlar için önceden hazırlanmak bireye yardımcı olacaktır. Başlangıçta birey için kendisine göründüğü kadar zor veya acı verici olsa da, birey semptomlarını tetikleyen durumlardan kaçınmamalıdır.

Bu tür durumlarla düzenli olarak yüzleşmek, hemen her vakada bireyin başa çıkma becerilerini geliştirmeye ve pekiştirmeye yardımcı olacaktır. Sosyal durumlar için önceden hazırlanmak üzere kullanılabilecek bir takım stratejiler mevcuttur.

Birey kendisine gerçekçi hedefler belirlemelidir. Gevşeme egzersizleri yapmak ve kendisi hakkında sevdiği kişisel niteliklere odaklanmak bireye yardımcı olur. Benzeri şekilde çeşitli stres yönetimi tekniklerini öğrenmekte faydalıdır.

Birey korktuğu utanç verici durumların gerçekte ne sıklıkla gerçekleştiğine dikkat etmelidir. Bu sayede korktuğu senaryoların genellikle gerçekleşmediğini fark edebilir. Birey konuşabileceği ilginç bir konuyu belirlemek için önceden gazete veya haberleri okuyarak sohbet etmeye hazırlanabilir.

Olası utanç verici durumlar ortaya çıkarsa, birey kendisine hissedilen duyguların geçeceğini ve geçene kadar bunlarla başa çıkabileceğini hatırlatmalıdır. Çoğu insan durumu ya fark etmez, ya bireyin endişelendiği kadar umursamaz ya da beklenenden daha bağışlayıcıdır.

Birey sinirlerini yatıştırmak için alkol kullanmaktan kaçınmalıdır. Alkol kısa süreli rahatlamaya neden oluyor gibi görünse bile, uzun vadede daha büyük anksiyete sorunlarına yol açar.

Bipolar bozukluk

Bipolar bozukluk diğer bir adıyla manik-depresif bozukluk kişinin ruh hali, enerjisi, konsantrasyonu ve günlük yapılan aktivitelerini yerine getirme becerisini etkileyen bir psikolojijk-psikiyatrik bir rahatsızlıktır.

Bipolar bozukluk, kişinin bir anda kendini çok iyi hissederken, bir süre sonra içine kapanık bir hale gelmesine neden olabilir. Bipolar bozukluk, kişinin manik depresyon tanımına da uyan ruh hallerine bürünmesine sebep olabilir. Bu nedenle hastalığa tanı konma aşamasında, psikologlar tarafından yapılacak değerlendirme büyük önem arz etmektedir.

Bipoların en belirgin özelliği kişinin ruh halinin uçlarda olmasıdır. Bipolar bozukluk en yüksek seviyedeyken kişi hiperaktif bir ruh haline bürünür ve kendini çok mutlu hisseder. Fakat depresyon haline büründüğünde ise dış dünyaya kendini kapatabilir ve hatta intihar eğilimi gösterebilir.

Bipolar bozuklukta duygu durum atakları ileri seviyede değilse eğer yılda birkaç defa meydana gelebilir. Çoğu insan duygu durum bozukluklarını fark edebilirken, ileri seviye bipolar bozukluğu yaşayanların bu durumu kendi kendine fark etmesi zordur.

Bipolar bozukluk genetik aktarımla geçebileceği gibi, sonradan travmalar bağlı olarak da gelişebilmektedir. Depresyondan şikayetiyle doktora giden kişilerin birçoğu gerçekte bipolar bozukluk yaşar.

Nedenleri

Bipolar bozukluğun kesin nedeni bilinmemektedir fakat bir kişinin bipolar tanısı alabilmesi için birçok durumun bir arada geliştiği faktörler olduğu belirtiliyor. Bu faktörler arasında; beyindeki kimyasal dengesizlikler, genetik aktarım ve tetikleyici faktörler yer almaktadır.

Beyindeki kimyasal dengesizlik

Bipolar bozukluğun, beyindeki kimyasal dengesizliklerin sonucu gelişebilir. Beynin fonksiyonlarını kontrol eden kimyasallara nörotransmiterler denir. Bir veya daha fazla nörotransmiterde bir dengesizlik varsa, bipolar bozukluk semptomları gelişebilir.

Genetik

Bipolar bozukluğun, genetiğe bağlı olduğu durumlarda vardır. Ailedeki birinci derece akrabalardan genetik aktarım sonucu kazanım yaşanabiliyor. Anne, baba veya kardeşte bipolar bozukluk olanların doktor kontrolüne gitmesi önerilmektedir. Bununla birlikte, bipolar bozukluktan tek bir gen sorumlu değildir. Bunun yerine, bazı genetik ve çevresel faktörlerin tetikleyici gibi davrandığı düşünülmektedir.

Tetikleyici unsurlar

Stresli durumlar veya yaşanan travmalar genellikle bipolar bozukluğu tetikleyici unsurlar arasında yer almaktadır. Bunlar; bir ilişkinin bitişi, fiziksel, cinsel veya duygusal istismar, yakın bir aile üyesinin ya da çok sevilen birinin ölümü veya beyin travmaları da bipolar bozukluğu tetikleyebilir.

Bu tür yaşam değiştirici olaylar, bir insanın hayatında herhangi bir zamanda depresyon dönemlerine neden olabilir.

Belirtiler

Bipolar bozukluk aşırı uç bir durumdur. Bipolar bozukluğa sahip olan bir kişi, mani aşamada olduğunun farkına varamayabilir. Mani dönem geçtikten sonra davranışlarını sorgulama aşaması ortaya çıkmaktadır. Birçok bipolar hastası çevresindeki kişilerin uyarıları ile hastalığı fark edebilirler.

İleri bipolar bozukluğu teşhisi alan bazı kişiler, diğer hastalara göre daha sık ve şiddetli dönemler geçirebilirler. Bu durum kişinin iş hayatını, arkadaşlık, aile ve özel ilişkilerini etkileyebilir.

Bipolar bozukluğu olan kişiler mani ve depresyon dönemlerinde orada olmayan şeyleri görme, duyma veya koklama gibi garip duygular yani halüsinasyonlar yaşayabilirler. Ayrıca diğer insanlara mantıksız görünen şeylere (sanrılara) inanabilirler.

Bu tip semptomlar tıpta psikoz veya psikotik atak olarak bilinir. Bipolar semptomları kişinin ruh halinde ya da davranışlarında öngörülemeyen değişikliklere neden olabilir ve bu durumda kişinin yaşamında ciddi zorluklar yaşamasına neden olabilir.

Bipolar bozukluğun belirtileri ise;

Mani dönemde;

  • Aşırı neşe
  • Olayların merkezinde olma duygusu
  • Hiperaktivite
  • Geçmişe oranla daha az uyku
  • Cinsel dürtülerde artış
  • Aşırı özgüven
  • Odaklanmada güçlük yaşama
  • Halüsinasyon görme
  • Hızlı konuşma
  • Yaratıcılık
  • Alkol ve uyuşturucu kullanımı
  • Sabırsızlık
  • Sürekli para harcama
  • Huzursuzluk gibi duyguların uç noktada yaşanmasıdır.

Depresif dönemde;

  • Uzun süre uyuma isteği
  • Yorgunluk
  • Keyifsizlik
  • Olaylara konsantre olmada zorluk çekme
  • Suçluluk hissetme
  • Umutsuzluk hali
  • Sürekli kuşku duyma
  • İştahsızlık
  • Sanrılar görme
  • Uyumada zorluk çekme
  • Çevresindeki insanlarla sürekli tartışma hali
  • Azalan cinsel istek
  • İntihar düşünceleri
  • Günlük işleri yerine getirememe şeklinde görülür.

Karma dönemde ise her iki atağa ait belirtilerinde sıklıkla görüldüğü bir dönemdir. Kişi çok mutlu bir ruh hali içerisindeyken, belirli bir süre sonra kendinden şüphelenibilecek duruma gelebilir.

Tanı Yöntemleri

Bipolar bozuklukta tanı sıklıkla aile öyküsü alındıktan sonra klinik izlenimle konulabilir. İlk atağın çeşidi bipolar bozukluğu belirleyici unsurların başında yer alır. Eğer ilk atak depresifse bu hastalığın bipolar olup olmadığını anlamak durumu zorlaştırabilir.

Bir hastaya bipolar tanısının net olarak konulması için manik ve depresif atakların gözlemlenmesi gereklidir. Bipolar bozukluğun tanı olarak karmaşa yarattığı durumlar olabilir. Kişide alkol veya madde bağımlılığı gibi problemler varsa tanı koymak zorlaşabilir.

Bipolar bozukluk kendi grubunda yer alan diğer hastalıklarla karıştırılabileceği için buradaki en önemli faktör hastanın atak dönemlerinin gözlemlenmesidir. Psikiyatr tarafından hastanın mani veya hipomani durumunda kendine zarar verici düşüncelere kapılıp kapılmadığı, ailede bipolar bozukluğa sahip başka bir birey olup olmadığı gibi sorularla sorulur.

Hekim tarafından hastanın aşırı aktif tiroide sahip olma durumu da göz önünde bulundurularak çeşitli testler istenebilir. Yine beyindeki fonksiyonları gözlemlemek için MR ya da diğer görüntüleme yöntemlerinden faydalanılabilir.

Tedavi Yöntemleri

Bipolar bozukluğun tedavi süreci hastanın hekimle olan iş birliği ve aile yakınlarının tedavi sürecindeki destekleri oldukça önemlidir. Atakların ciddi bir bölümünde hasta ne hissettiğini, ne yaşadığını ve kendisinde ne tür değişikliklerin meydana geldiğini fark edemeyebilir. Bipolar bozukluğa sahip bir hasta ileri seviyelere kadar kendi durumundaki değişiklikleri gözlemleyemeyebilir.

Depresif dönemde hasta mutsuzluğundan, hayattan keyif alamamakta sürekli olarak yakınabilir ve hasta bunu anlayamayabilir. Fakat mani dönemde ise sıklıkla çevre tarafından fark edilen bir dönemdir. Bu dönemde atak dönemleri oldukça önemlidir.

Atak dönemlerinde hasta eğer depresif bir dönemdeyse genellikle antidepresanlarla duygu – durum düzenleyici ilaç tedavisi yapılır. Manik dönemde ise eğer psikotik belirtiler eşlik ediyorsa antipsikotiklerden faydalanılabilir.

Bipolar bozukluk atakların dışında kişinin normal hayatını sürdürebildiği bir hastalıktır. Tedavi süreci sadece ataklar geldiği zaman değil, atakların oluşmasını engellemeyi amaçlamaktadır. Duygu durum dengeleyici ilaçlar bu açıdan oldukça önemlidir.

Bipolar bozukluğa sahip hastalar bir süre sonra kendilerini iyi hissettikleri için ilaç kullanımını bırakmak isteyebilirler. Burada hasta yakınlarının, hastaya yaklaşımı oldukça önemlidir. Hastanın ilaç kullanımını destekleyici söylemlerde ve özellikle hastalığın atakları açısında aile yakınlarının farkındalığının yüksek olması oldukça önemlidir.

Tripofobi Nedir?

Tripofobi, kişinin korku ve tehlikeye karşı verdiği normal bir fizyolojik tepkidir. Fobiler ise sürekli endişe veren, bilinçsiz ve sürekli olan bir korku ile karakterize durumdur. Fobi, bir nesne, yer, durum, duygu veya hayvanın kişide neden olduğu gündelik hayatını etkileyen aşırı korku olarak tanımlanabilir.

Çok farklı fobi türü vardır ve bunlardan bir tanesi de halk arasında çok fazla bilinmeyen tripofobi isimli delik fobisidir.

Tripofobi, yüzeylerde bulunan birbirine yakın kümeler halinde konumlanmış delikler nedeniyle korku ve endişe duyulması ya da iğrenme hissedilmesi ile karakterize bir rahatsızlık türüdür. Örneğin bir çilek ya da delikli bir sünger tripofobi rahatsızlığı olan kişilerde kusmaya neden olabilecek şiddetli bir tiksinme hissine yol açabilir.

Bazı kişilerde su çiçeği gibi kümeler halindeki kabarcıklar da aynı şekilde fobiye neden olabilmektedir.

Tripofobi neden olur?

Tripofobi rahatsızlıının kesin nedeni halen tam aydınlığa kavuşmamıştır. Fakat konuyla ilgili araştırmalar devam etmektedir. Eski araştırmalardan elde edilen kanıtlar, delik korkusunun yılanlar ve mavi gözlü ahtapot gibi zehirli hayvanlarda bulunan yuvarlak şekil kümelerinin kişilerdeki tesirinden kaynaklandığını ileri sürmekteydi.

Yapılan bazı yeni araştırmaların sonucunda psikologlar yeni bir teori ileri sürmektedir. Bu teoriye göre bireylerde yakın dizilimli dairesel şekillerden kaynaklanan doğal kuşkunun, aslında insanlarda görülen bazı hastalıklarla ilişkili olabileceği belirtilmekte. Su çiçeği, kızamık, kızamıkçık, tifüs gibi pek çok hastalık ve uyuz, kene gib parazitlerin neden olduğu cilt rahatsızlıkları deri üzerinde yuvarlak şekil kümelerine yol açar. Başka bir deyişle, ciltteki bu bulgular kötü bir şeyin işaretidir. Dolayısıyla tripofobi olan kişiler bilinçaltının gönderdiği negatif sinyallerle korku ve tiksinti hissetmektedirler.

Tripofobiyi tetikleyen faktörler nelerdir?

Tripofobi yaşayan kişilerin belirtileri genellikle küçük, düzensiz deliklerin kümeler halinde yer aldığı nesneler tarafından tetiklenir. Bu nesnelerden bazıları;

  • Sünger
  • Sabun köpükleri
  • Mercan
  • Bal peteği
  • Arı kovanı
  • Suyun yoğunlaşması sonucu oluşan damlacıklar
  • Çilek
  • Nar
  • Mısır
  • Cilt kabarcıkları şeklinde sıralanabilir.

Tripofobi belirtileri nelerdir?

Tripofobi rahatsızlığı olan kişiler tetikleyici nesneleri gördüklerinde çeşitli psikolojik ve fiziksel belirtiler gösterirler. Rahatsızlıkta görülen belirtiler çoğu kişide hafiftir. Fakat bazı kişilerde günlük hayatını etkileyecek kadar şiddetli olabilir. Bireylerde görülebilen bu belirtilerden en sık karşılaşılanları;

  • Korku, tiksinme ya da rahatsızlık hissi
  • Ürperme
  • Titreme
  • Ciltte kaşınma
  • Terleme
  • Bulantı
  • Durumdan kaçınma isteği
  • Kalp çarpıntısı
  • Baş dönmesi
  • Nefes darlığı
  • Ölüm korkusu şeklindedir.

Tripofobi tanısı nasıl konur?

Kişinin tripofobiden muzdarip olup olmadığını anlamak için herhangi bir tıbbi tanı testi yoktur. Tanı için psikiyatrist ya da psikolog hastanın şikâyetlerini ayrıntılı olarak dinleyip değerlendirir. Nörolojik bir hastalık varlığını dışlamak için fizik muayene yapar. Gerekirse beyin tomografisi ya da MR çekerek organik bir hastalık olup olmadığını kontrol eder.

Tripofobi tedavisi nasıl yapılır?

Tıpkı diğer fobiler gibi tripofobi gibi irrasyonel bir korkunun tedavisi çok kolay değildir. Fobilerin tedavisinde psikoloji danışmanlık, psikoterapi teknikleri ve hipnoz gibi yöntemler kullanılmaktadır.

Bilişsel davranışçı psikoterapi, hastaların gerçekçi olmayan düşünce kalıplarını değiştirmelerine yardımcı olmada faydalı olabilir. Bu onların yoğun korkularının hayal güçlerinin sonucu olduğunu ayırt etmelerinde yardım eder.

Davranışçı terapinin bir çeşidi olan maruz bırakma terapisi ile olumlu sonuçlar elde edilebilir. Bu tedavi yönteminde kişiyi etkilemeyen bir resimle başlanarak yavaş yavaş etki oranı daha fazla resimler hastaya gösterilir. Bu şekilde beyin, insandaki takıntıyı azaltmak için şartlandırılabilir.

Korku nedeniyle ortaya çıkabilecek deri döküntülerini kontrol etmek için yatıştırıcı ilaçlar reçete edilebilir. Antidepresan ilaçlar, tripofobiyi yatıştırmak için psikoterapiye ek olarak verilebilir.

Depresyon

Depresyon, sürekli bir üzüntü ve ilgi kaybına neden olan bir duygu durum bozukluğudur. Depresyon aynı zamanda majör depresif bozukluk veya klinik depresyon olarak da adlandırılır.

Bu durumdan muzdarip bireylerin hissettikleri, düşünceleri ve davranışları etkilenir ve bunlardan dolayı çeşitli duygusal veya fiziksel sorunlar ortaya çıkabilir. Normal günlük aktiviteler yaparken sorun yaşanabilir ve bazen hayat yaşamaya değmez gibi gelebilir.

Depresyon sadece bir keyifsizlik veya anlık bir zayıflık değildir. Depresyon aynı zamanda bir anda çözülebilecek kadar basit bir sorun değildir. Depresyon tedavi edilebilir ve tedavi gerektiren tıbbi bir durumdur. Bu tedavi süreci bazı vakalarda uzun sürebilir.

Depresyonu olan bireylerin çoğu ilaç, psikoterapi veya ikisinin birleşimi ile devam eden bir tedavinin sonucunda iyileşebilirler.

Depresyon genellikle 20’li veya 30’lu yaşlarda başlar, ancak her yaşta ortaya çıkabilir. Erkeklere oranla çok daha fazla sayıda kadına depresyon teşhisi konulmaktadır. Bunun nedeninin ise kadınların daha yaygın olarak tıbbi yardım istemesi olduğu düşünülmektedir.

Depresyon Neden Kaynaklanır?

Depresyona neyin sebep olduğu tam olarak bilinmemektedir. Birçok zihinsel bozuklukta olduğu gibi, çeşitli faktörler söz konusu olabilir:

  • Depresyon kalıtsal faktörlerden etkileniyor gibi görünmektedir. Kan akrabaları da bu duruma sahip kişilerde depresyon daha yaygındır. Depresyona neden olabilecek genlerin saptanması için çalışmalar devam etmektedir.
  • Depresyonu olan kişilerin beyinlerinde fiziksel değişiklikler olduğu görülmektedir. Bu değişikliklerin ne kadar önemli olduğu hala belirsizdir, ancak araştırmacılar depresyonun nedenlerinin saptanmasına yardımcı olacağına inanmaktadır.
  • Hormon dengesindeki değişiklikler depresyona neden olabilir. Hormon değişiklikleri hamilelikile doğumdan sonraki haftalar veya aylarda, tiroid problemlerinde, menopoz döneminde veya bir dizi başka durumda ortaya çıkabilir.
  • Nörotransmitterler doğal olarak oluşan ve muhtemelen depresyonda rol oynayan beyin kimyasallarıdır. Son araştırmalar, bu nörotransmitterlerin işlevlerindeki değişikliklerin ve duygudurum stabilitesinin korunmasında rol oynayan nöro-devrelerle nasıl etkileştiklerinin depresyonu anlamakta ve tedavi edilmesinde önemli rol oynayabileceğini göstermektedir.

Bununla birlikte:

  • Düşük benlik saygısı ve çok bağımlı olma, aşırı özeleştiri yapma veya aşırı kötümser olma gibi bazı kişilik özelliklerinin
  • Fiziksel veya cinsel istismar, ölüm veya kayıp gibi travmatik veya stresli olaylar, zor bir ilişki ya da finansal problemlerin
  • Genetik akrabaların tıbbi geçmişlerinde alkolizm, bipolar bozukluk, depresyon, veya intihar öyküsü olmasının,
  • Lezbiyen, gey, biseksüel veya transseksüel bireylerin çevresindeki ortamın destekleyici olmamasının
  • Anksiyete bozukluğu, yeme bozuklukları veya travma sonrası stres bozukluğu gibi diğer zihinsel sağlık bozukluklarının varlığının
  • Ağır alkol, sigara veya uyuşturucu kullanımının
  • Kanser, felç, kronik ağrı veya kalp hastalığı dahil olmak üzere ciddi veya kronik hastalıkların
  • Yüksek tansiyon ilaçları veya uyku hapları gibi bazı ilaçların kullanımın, bireylerde depresyonun gelişmesi riskini daha artırdığı gözlemlenmiştir.


Depresyon tedavi
edilmezse daha da kötüleşir, bu da bireyin hayatının her alanını etkileyen duygusal, davranışsal ve sağlık sorunlarına ve komplikasyonlara yol açar.

  • Kalp hastalığıve diyabete yol açabilecek aşırı kilo veya obezite
  • Ağrı veya fiziksel hastalık
  • Alkol veya uyuşturucu kullanımı
  • Anksiyete, panik bozukluğu veya sosyal fobi
  • Aile çatışmaları, ilişki zorlukları ve iş veya okul sorunları
  • Sosyal izolasyon
  • İntihar düşünceleri, intihar girişimleri veya intihar
  • Kendini sakatlama
  • Erken ölüm.

Depresyon Nasıl Önlenir?

Depresyonu önlemenin kesin bir yolu yoktur. Ancak stresi kontrol etmek, ve direnci artırarak benlik saygısını güçlendirmek için adım atmak önemlidir. Depresyonun kötüleşmesini önlemeye yardımcı olmak için atılması gereken en önemli adımlardan birisi sorunun en erken belirtilerinde tedaviye başlamaktır.

Özellikle ağır kriz zamanlarında, zorlu dönemleri aşmak için aile bireylerine ve arkadaşlara ulaşmak gereklidir. Son olarak semptomların nüksetmesini önlemek için uzun süreli bakım tedavisi göz önüne alınmalıdır.

Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Depresyon, bir bireyin hayatı boyunca tek bir defa ortaya çıkabilir veya bazı vakalarda birçok defa görülebilir. Herhangi bir depresyon nöbeti sürecinde, çeşitli belirtiler günün büyük bir kısmında görülür. Bu belirtiler süreç boyunca her gün tekrarlayabilir:

  • Üzüntü, sebepsiz ağlama, boşlukta olmak veya umutsuzluk duyguları
  • Değersizlik, suçluluk duygusu, geçmiş başarısızlıklarda kendini suçlamaya takılma
  • Düşünme, konsantre olma, karar verme ve bir şeyleri hatırlamada sorunlar
  • Düşünme, konuşma veya hareket etmede yavaşlama
  • En küçük konularda bile öfke patlamaları, sinirlilik hissi veya hayal kırıklığı
  • Hobiler, spor veya cinsellik gibi normal aktivitelerin çoğuna veya tümüne karşı ilgi veya zevk kaybı
  • İştahta azalma ve kilo kaybı ya da artan yeme isteği ve kontrolsüz kilo alımı
  • Kaygı, ajitasyon veya huzursuzluk
  • Sebebi belirsiz fiziksel problemler, sırt veya baş ağrısı gibi
  • Sık veya tekrarlayan ölüm ve intihar düşünceleri, veya intihar girişimleri
  • Uykusuzluk veya çok fazla uyumak da dahil olmak üzere uyku bozuklukları
  • Yorgunluk ve enerji eksikliği, en ufak işlerin bile çaba gerektirmesi

Bu semptomlar genellikle depresyonu olan birçok birey için iş, okul, sosyal aktiviteler veya başkalarıyla ilişkiler gibi günlük aktivitelerde gözle görülür sorunlara neden olacak kadar şiddetli görülür. Bireyler kendilerini genellikle nedenini bilmeden mutsuz veya umutsuz hissedebilirler.

Çocuklarda ve Gençlerde Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Çocuklarda ve gençlerde yaygın depresyon belirtileri ve semptomları yetişkinler ile benzerlik gösterse de, bir takım farklılıklar mevcuttur:

Küçük çocuklarda depresyon belirtileri arasında üzüntü, sinirlilik, sürekli birlikte olmaya çalışma, endişe, sebepsiz ağrılar, okula gitmeyi reddetme veya zayıflık sayılabilir.

Gençlerde görülen depresyon belirtileri arasında üzüntü, sinirlilik, olumsuz düşüncelere kapılma ve kendini değersiz hissetme, öfke, okulda zayıf performans, yanlış anlaşılma hisleri, aşırı hassasiyet, uyuşturucu veya alkol kullanma, çok fazla yeme, düzensiz uyku, kendine zarar verme, normal aktivitelere karşı ilgi kaybı veya sosyal etkileşimden kaçınma sayılır.

İleri Yaşta Depresyon Belirtileri Nelerdir?

Depresyon, yaşlanmanın normal bir parçası değildir ve asla hafife alınmamalıdır. Yaşlı erişkin bireylerde depresyon nadiren teşhis edilebilir, dolayısıyla tedavisi de göreceli olarak daha nadir gerçekleşir.

Yaşlı bireyler yardım istemekten çekinebilirler. Yaşlı bireylerde depresyon belirtileri ve semptomları daha genç bireylere göre farklılık gösterebilir ya da daha az belirgin olabilir. Bunlar arasında:

  • Bir sağlık sorunu veya ilaç kulllanımından kaynaklanmayan yorgunluk, iştahsızlık, uyku problemleri ya da cinsel ilgi kaybı
  • Hafıza güçlüğü veya kişilik değişikliği
  • Özellikle ileri yaştaki erkeklerde intihar düşüncesi ya da yoğun ölüm duyguları
  • Sosyalleşmek ya da yeni şeyler yapmak yerine evde kalma çabası
  • Tıbbi sebebi olmayan fiziksel ağrı veya acı hisleri sayılabilir.


Tanı Yöntemleri

Depresyon Nasıl Teşhis Edilir?

Depresyonun teşhisi genellikle fizik muayene ile başlar. Fiziksel muayene esnasında doktor bireyin sağlığı hakkında sorular sorabilir. Bazı vakalarda, depresyon altta yatan bir fiziksel sağlık sorunuyla bağlantılı olabilir.

Bunun ardından laboratuvar testleri gerekebilir. Doktor tam kan sayımı adı verilen bir kan testi yapabilir veya düzgün çalıştığından emin olmak için tiroid bezini test edebilir.

Bir sonraki aşamada psikiyatrik değerlendirme gerçekleştirilir. Akıl sağlığı uzmanı belirtileri, düşünceleri, duyguları ve davranış kalıpları hakkında bilgi edinmek için sorular sorar. Bireyin bu soruları yanıtlamasına yardımcı olması için bir anket doldurması istenebilir.

Depresyon Türleri Nelerdir?

Majör depresyonun neden olduğu belirtiler her bireyde farklılık gösterir. Tıp uzmanları bireyin depresyon türünü netleştirmek çeşitli belirteçler ya da özellikler ararlar. Bir belirteç ya da özellik, belirli bir depresyon türünün varlığına işaret edebilir:

  • Anksiyete sıkıntısı: Olağandışı huzursuzluk ya da olası olaylar veya kontrol kaybı hakkında endişe ile depresyon
  • Atipik özellikler: Bazı olaylardan geçici olarak mutlu olabilme, iştah artışı, aşırı uyku ihtiyacı, reddedilmeye karşı aşırı duyarlılık ve uzuvlarda ağırlık hissi ile görülen depresyon.
  • Karışık özellikler: Yüksek benlik saygısı, ve çok fazla konuşma içeren depresyon ile eş zamanlı enerjik mani
  • Katatoni: Kontrol edilemeyen motor aktivitesi ile amaçsız hareketler içeren veya sabit ve katı duruşlarla görülen depresyon.
  • Melankolik özellikler: Bir zaman keyif getiren bir şeye karşı tepkilerde soğuma ile görülen depresyon, sabah erken uyanma sürecinde kötüleşen ruh hali, halsizlik veya ajitasyon ile beraber görülebilir depresyon.
  • Mevsimsel özellikler: Mevsim değişiklikleri ve güneş ışığına daha az maruz kalma ile tetiklenen depresyon.
  • Peripartum başlangıc: hamilelik sırasında veya doğumdan sonraki hafta veya aylarda, yani postpartum dönemde ortaya çıkan depresyon
  • Psikotik özellikler: kişisel yetersizlik veya diğer olumsuz içeren hezeyanlar ya da halüsinasyonlar tarafından eşlik edilen depresyon

Depresyon için doğru teşhis almak uygun tedavinin uygulanması için önemlidir. Başka tıbbi sorunlar da bir semptom olarak depresyonu içerir.

Bunlar arasında; Bipolar bozuklukları, Siklotimik bozukluk, yıkıcı ruh hali düzensizliği bozukluğu, kalıcı depresif bozukluk premenstrüel disforik bozukluk veya bazı reçeteli ilaçların kullanımı sayılır.

Tedavi Yöntemleri

Depresyon Nasıl Tedavi Edilir?

Depresyonu olan çoğu insan için ilaçlar ve psikoterapi etkilidir. İlk aşamada doktor veya psikiyatrist semptomları hafifletmek için çeşitli ilaçları reçete edebilir.

Bununla birlikte, depresyonu olan birçok insan bir psikiyatrist, psikolog veya diğer akıl sağlığı uzmanı ile gerçekleştirilecek psikoterapilerden de faydalanabilir.

Şiddetli depresyon durumunda hastanede yatmak veya belirtiler düzelene kadar ayaktan tedavi programına katılmak gerekebilir.

İlaç Tedavisi

Depresyon tedavisi sırasında kullanılacak ilaçlar, mutlaka doktor kontrolü ile belirlenmelidir. Bu ilaçlar arasında birçok antidepresan türü vardır. Bu ilaçların olası yan etkileri konusunda doktor ya da eczacı bireyi bilgilendirecektir. Depresyon tedavisi sırasında yaygın olarak kullanılan ilaç grupları şunlardır:

  • Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (SSRI’lar): Doktorlar genellikle bir SSRI reçete ederek başlar. Bu ilaçlar daha güvenli kabul edilir ve genellikle diğer antidepresan tiplerinden daha az rahatsız edici yan etkilere neden olur.
  • Serotonin-norepinefrin geri alım inhibitörleri
  • Atipik antidepresanlar: Bu ilaçlar diğer antidepresan kategorilerinin hiçbirine tam olarak uymaz.
  • Trisiklik antidepresanlar: Bu ilaçlar çok etkili olabilir, ancak daha yeni antidepresan türlerinden daha ciddi yan etkilere neden olma eğilimindedir. Bu nedenle, önce bir SSRI kullanımına başvurulmadan genellikle trisiklik reçete edilmez.
  • Monoamin oksidaz inhibitörleri (MAOI’ler): MAOI’lerin ciddi yan etkileri olabileceğinden tipik olarak diğer ilaçlar çalışmadığında, reçete edilebilirler. MAOI’lerin kullanımı, belirli peynir türleri, turşu ve şarap gibi gıdalarla tehlikeli etkileşimlere hatta ölüme sebebiyet vereceği için sıkı bir diyet gerektirir.
  • Diğer ilaçlar: Antidepresan etkileri arttırmak için kullanılan bir antidepresana başka ilaçlar da eklenebilir. İki antidepresanı birleştirmek, ruh hali stabilizatörleri veya antipsikotikler gibi ilaçlar eklemek gerekli olabilir. Kısa süreli kullanım için anti-anksiyete ve uyarıcı ilaçlar da eklenebilir.

Depresyona karşı etkili bir ilaç bulmadan önce birkaç ilacı veya ilaç kombinasyonunu denemek gerekebilir. Bu, sabır gerektirir, çünkü bazı ilaçların tam etki göstermesi ve vücudun alışırken gösterdiği yan etkilerin hafifletilmesi için birkaç hafta veya daha uzun süre geçmesi gerekir.

Kalıtsal özellikler, antidepresanların bireyi nasıl etkilediğinde rol oynar. Bazı vakalarda, varsa, kan veya ağız içi alınan örnek üzerinde yapılan genetik testlerin sonuçları vücudun belirli bir antidepresana nasıl tepki verebileceğine dair ipuçları sunabilir.

Önce doktorla konuşmadan antidepresan kullanımı bırakılmamalıdır. Antidepresanlar genel olarak bağımlılığa yol açmaz, ama bazı vakalarda bağımlılıktan farklı olan fiziksel bağımlılık durumuna yol açabilir.

Tedaviyi aniden durdurmak veya birkaç dozu kaçırmak yoksunluk benzeri semptomlara neden olabilir. Ek olarak aniden bırakmak depresyonun aniden kötüleşmesine neden olabilir. Dozun kademeli ve güvenli bir şekilde azaltılması için doktora başvurulmalıdır.

Bazı antidepresanlar hamile veya emziren bireylerde doğmamış veya emzirilen çocuk için sağlık riski oluşturabilir. Hamile kalan veya hamile kalmayı planlayan bireylerin doktorla konuşması gereklidir.

Çoğu antidepresan genellikle güvenlidir ancak bazı vakalarda, özellikle 25 yaşın altındaki çocuklar, gençler ve genç yetişkinlerin, antidepresan alırken, kullanmaya başladıktan sonraki ilk birkaç haftada veya doz değiştirildiğinde, bireylerdeki intihar düşünceleri veya davranışlarında bir artış olduğu gözlemlenmiştir.

Bu nedenle antidepresan alan herkesin, özellikle yeni bir ilaca başlarken veya dozaj değişikliği durumunda depresyonun veya olağan dışı davranışların kötüleşmesi açısından yakından izlenmesi gereklidir. Ancak antidepresanların ruh halini iyileştirerek uzun vadede intihar riskini azaltma olasılığı daha yüksektir.

Psikoterapi

Psikoterapi, bireyin bir ruh sağlığı uzmanı ile durumu ve ilgili konular hakkında konuşarak depresyonun tedavisini sürdürmesi için kullanılan genel bir terimdir. Psikoterapi konuşma terapisi veya psikolojik terapi olarak da bilinir.

Depresyon için bilişsel davranışçı terapi veya kişilerarası terapi gibi farklı psikoterapi türleri etkili olabilir. Psikoterapinin yardımcı olabileceği konular arasında:

  • Başkalarıyla olumlu ilişkiler, deneyimler, ve etkileşimler geliştirmek,
  • Bir krize ya da zorluğa adapte olmak,
  • Depresyonu ağırlaştıran davranışları saptayıp, değiştirmek.
  • Gerçekçi hedefler belirlemeyi öğrenmek,
  • Hayata dair bir memnuniyet ve kontrol duygusu kazanmak,
  • Olumsuz inanç ve davranışları tanımlamak ve sağlıklı, pozitif olanlarla değiştirmek,
  • Sorunları çözmek ve onlarla başa çıkmak için daha iyi yollar bulmak,
  • Umutsuzluk ve öfke gibi depresyon belirtilerini hafifletmeye yardımcı olmak,

Yüz yüze ofis oturumlarına alternatif depresyon terapileri mevcuttur ve bazı vakalarda etkili bir seçenek olabilir. Terapi, örneğin bir bilgisayar programı olarak, çevrimiçi oturumlarla veya videolar veya çalışma kitapları kullanılarak sağlanabilir.

Programlar bir terapist tarafından yönlendirilebilir ya da kısmen veya tamamen bağımsız olabilir. Ancak bu programları kullanmadan önce mutlaka bir doktora danışmak gereklidir.

Depresyon hakkında destek ve genel eğitim gibi mobil sağlık uygulamaları sunan akıllı telefonlar ve tabletler, gerçek bir doktoru veya terapisti görmenin yerini tutmaz.

Hastane Tedavisi

Bazı şiddetli depresyon vakalarında hastanede kalış gereklidir. Bu, bireyin kendisine düzgün bakamadığı, kendisine veya başka birine zarar verme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu durumlarda gerekli olabilir.

Bir hastanede psikiyatrik tedavi, bireyin ruh hali düzelene kadar sakin ve güvende kalmasına yardımcı olabilir. Kısmi hastanede ya da günlük tedavi programları da bazı bireylere yardımcı olabilir.

Bu programlar semptomları kontrol altına almak için gereken ayakta tedavi ve danışmanlık hizmeti sunmaktadır.

Depresyon İçin Alternatif Tıp ve Evde Tedavi Yöntemleri

Depresyon genellikle bireyin tek başına tedavi edebileceği bir hastalık değildir. Ancak bireyler profesyonel tedaviye ek olarak, bu kişisel bakım adımları atıp kendisine yardımcı olabilir:

  • Tedavi planınıza sadık kalmak: Psikoterapi seansları veya randevular atlanmamalıdır. Birey kendisini iyi hissediyor olsa bile, ilaçlarını aksatmamalıdır. İlaç kullanımı aksarsa, depresyon belirtileri geri gelebilir ve yoksunluk semptomları ortaya çıkabilir. Tedavi zaman alacaktır.
  • Depresyon hakkında bilgi edinmek: Durumla ilgili doğru bilgi kaynakları bireyi güçlendirebilir ve tedavi planınıza bağlı kalmaya motive edebilir. Bireyin de durumu anlamalarına ve bireyi desteklemelerine yardımcı olması için ailelerini depresyon hakkında bilgi edinmeye teşvik etmesi önerilir.
  • Uyarı işaretlerine dikkat etmek: Depresyon belirtilerinizi neyin tetikleyebileceğini öğrenmek için doktor veya terapistle birlikte çalışılmalıdır. Belirtilerin ağırlaşması durumunda uygulanacak bir plan üretilmelidir. Semptomlarda veya hislerde herhangi bir değişiklik durumunda doktora veya terapiste başvurulmalıdır. Yakındaki kişilerden uyarı işaretlerini takip etmesi için için yardım istenmelidir.
  • Alkol ve eğlence amaçlı uyuşturuculardan kaçınmak: Alkol veya uyuşturucu depresyon semptomlarını azaltır gibi görünse bile uzun vadede genellikle semptomları kötüleştirir ve depresyonu tedavi etmeyi zorlaştırır. Alkol veya madde kullanımı konusunda yardım için doktorla veya terapistle konuşulmalıdır.
  • Kendine iyi bakmak: Sağlıklı beslenme, fiziksel olarak aktif olma ve düzenli uyku, yürümek, koşu yapmak, yüzmek, çiçeklerle ilgilenmek veya bireyin hoşuna giden başka bir etkinlik faydalı olacaktır. İyi uyumak hem fiziksel hem de zihinsel refah için önemlidir.

Anoreksiya

Anoreksiya nervoza, vücut ağırlığının anormal derece düşmesine rağmen, bireyin kendini fazla kilolu hissetmesi ve bu nedenle yeme bozukluğu yaşaması durumu olarak tanımlanıyor.

Anoreksiya rahatsızlığı olan birey, fazla yemek yediğini düşündüğünde kusma eğilimi gösteriyor veya müshil, lavman gibi yöntemler kullanmaya başlıyor. Ayrıca kişi, kilolu olma korkusu yaşıyor ve yemek yemeyi reddediyor.

Anoreksiyanın ortaya çıkmasında mükemmeliyetçilik, eleştirilere karşı aşırı duyarlı olma gibi kişisel özellikler etkili olabiliyor. En önemlisiyse yeme bozukluklarında toplumsal güzellik algısının ve çevre baskısının inkar edilemez bir payının olduğunun göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Anoreksiya nervoza belirtileri nelerdir?

Anoreksiya hastalığı olan kişiler, fazla kilolu olma korkusuna sahiptirler veya fazla kilolu olmasalar bile fazla kilolu olduklarını düşünürler. Bu nedenle de ya çok az yemek yeme ya da hiç yemek yememe eğilimindedirler. Birey, zayıflık ile öz değer-öz saygı kazanacağına inanır ve tüm gayreti bu inanç içindir.

Beslenme konusunda kendisine ciddi kısıtlamalar getiren birey, kendi belirlediği kısıtlamaların dışına çıkması durumunda kusma eğilimi gösterir veya müshil, lavman gibi yöntemleri kullanmaya başlar.

  • Fazla kilonun olduğu uzuvların şikayet edilmesi,
  • Sık sık aynaya bakılarak vücudun incelenmesi,
  • Sosyal yaşamdan uzaklaşılması,
  • Öğün atlanması ve yemek yemenin reddedilmesi,
  • Başkalarının yanında yemek yemek istenmemesi, rahatsız olunması,
  • Açlığın reddedilmesi, bahaneler uydurulması,
  • Yemek porsiyonu hakkında yalan söylenmesi,
  • Uykusuzluk,
  • Asabiyet,
  • Cinsel ilginin azalması anoreksiya olan bireylerin gösterdiği davranış biçimlerindendir.

Anoreksiya nervozanın nedenleri nelerdir?

Anoreksiya, ergenlik döneminde beden algısının değişmesiyle başlar. Bu dönemde gençlerin görünüşleriyle ilgili yapılan yorumlara, söylemlere ve eleştirilere dikkat edilmelidir.

Anoreksiya, genellikle 15-25 yaş arasında görülmektedir.

Anoreksiyanın nedenleri:

  • Mükemmeliyetçilik
  • Sabırsızlık
  • Eleştirilere karşı duyarlı olunması
  • Kırılganlık
  • Takıntılı kişilik özelliği
  • Yüksek anksiyete

Ayrıca;

  • Ebeveynler, kardeşler gibi birinci dereceden akrabaların benzer süreci yaşaması,
  • Modern dünyada zayıflığın güzellikle bağdaştırılması ve zayıflama konusunda toplumsal baskının olması anoreksiyaya yol açan faktörlerdir.

Anoreksiya nervoza hangi komplikasyonlara neden olur?

Kişinin diyet yapmasıyla başlayan yolculuk, zamanla kontrol edilemeyen takıntılı düşünme haline doğru evrilebilir. Bu durum kişinin hem fiziksel sağlığı hem de ruh sağlığı üzerindeki dengesini sarsıcı bir etkiye neden olabilir.

Anoreksiya, kişinin gündeminin yemek olması halidir. Kişi sürekli az yiyerek ya da yemeyerek kalori açığı oluşturmaya çalışır. Bu durum bireyin hormanal sistemini etkiler, belli bir vücut kitle endeksinin altına düştüğünde ise hormonal sisteminin bozulmasına yol açar. Kadınlarda bozulan hormonal denge adet döngüsünü etkiler.

Beslenemeyen ya da kendisini besleyemeyen kişinin beden sağlığı bozulur. Beden sağlığındaki yıkıcı etkilerin oluşmaması için anoreskiyanın erken teşhisi ve tedavi oldukça önemlidir.

Tedaviyi uzun süre reddeden ya da direnen kişilerde, hayati tehlikenin ortaya çıkması da unutulmaması gereken bir gerçek.

Anoreksiya nervoza nedeniyle;

  • Böbrek rahatsızlığı,
  • Kemik erimesi,
  • Kalp rahatsızlıkları ortaya çıkabilir ve hormonal döngünün sağlıklı çalışmamasına bağlı olarak bağışıklık sisteminin bozulabilir.

Anoreksiya nervoza nasıl tedavi edilir?

Psikoterapi anoreksiya için faydalı farklı tedavi türlerini içerir. Psikoterapide temel hedef sağlıklı yeme alışkanlıklarını desteklemek, kısıtlayıcı ve engelleyici düşüncelere yönelik çalışmaktır. Ruhsal tedavi sırasında hastalığa bağlı oluşan anksiyete ve depresyon için de psikiyatrik konsültasyona da başvurulur.

Anoreksiya nervoza tanılı kişiler için aile ilişkileri de oldukça önemli bir yer tutar. Kişiler, sağlıkla ilgili iyi seçimler yapana kadar, beslenme ve kilo verme konusunda için ebeveynlerinin desteğine ihtiyaç duyarlar.

Mobbing nedir?

Mobbing (Psikolojik Taciz); iş hayatınızda, iş arkadaşlarınız veya işverenler tarafından kasıtlı olarak tekrarlanan saldırılar şeklinde maruz kalınan bir çeşit psikolojik şiddettir. Her tür kötü niyetli muamele, tehdit, şiddet, aşağılama, yıldırma ve pasifize etme gibi davranışları ifade etmektedir. Mobbing, kişinin saygısız ve zararlı bir davranışın hedefi olmasıyla başlayan bir süreçtir.

Önceleri bir kişinin veya bazı kişilerin, bir kişiye veya birkaç kişiye düşmanlığı biçiminde gelişen bu durum sonucunda, kişi önce kendisine ve sonra çevresine karşı yabancılaşmaya başlar. Süreç, işe karşı kayıtsızlık, bıkkınlık, performans düşüklüğü ile devam eder.

Bu şekilde gücün kötüye kullanılması sonucu, hedef seçilen kişi kendini altüst olmuş, tehdit altında, dışlanmış, aşağılanmış ve yaralanmış hisseder, kendine olan güveni sarsılır, yeteneklerinden şüphe etmeye başlar ve büyük stres altında kalır. Bu şekilde alınan yaralar bazı psikolojik rahatsızlıklara, bedensel hastalıklara yol açar. Bazı kimseler çalışamaz hale gelir. Bu durum genellikle istifayla ya da işten çıkarılmayla sonuçlanır. Bu anlamıyla mobbing, “mağdurun benliğini öldürme çabası” olarak görülebilir.

Mobbing Uygulamaları Nelerdir?

  1. Kendini göstermesini ve iletişimini engelleme: Üst konumundaki kişilerin mağdurun kendini ifade etmesi ve aynı zamanda sergileme olanaklarını kısıtlaması. Örneğin, mağdurun sürekli sözünün kesilmesi, yüzüne bağırılması veya yüksek sesle azarlanması, yaptığı işin sürekli eleştirilmesi, başarılarının görmezlikten gelinmesi ve başarısızlıklarının abartılması vb.
  2. Sosyal ilişkilerden yalıtma: Çevresindeki insanların mağdurdan uzaklaşması, konuşmaması, sanki orda değilmiş gibi davranması vb.
  3. Saygınlığına saldırıda bulunulmak: İnsanların mağdurun arkasından kötü konuşması, asılsız söylentilerin ortada dolaşması, gülünç durumlara düşürülmesi ve cinsel imalar yapılması vb.
  4. Yaşam kalitesine ve mesleki duruma saldırıda bulunmak: Mağdura hiçbir özel görev verilmemesi veya verilen işlerin geri alınması, anlamsız işler verilmesi, işin sürekli değiştirilmesi ve mali yük getirecek genel zararlara sebep olunması vb.
  5. Doğrudan sağlığa saldırıda bulunmak: Mağdurun fiziksel olarak ağır işler yapmaya zorlanması, fiziksel şiddet tehditleri yapılması, fiziksel zarar görmesi ve cinsel tacize uğraması vb.

Mobbing Türleri Nelerdir?

1-Yatay Mobbing: Aynı kıdemde bulunan kişiler arasında gerçekleştirilen davranışlar, bu kapsamda değerlendirilmektedir. Bu tür davranışlar, eşit şartlarda bulunan ve rekabet halindeki kişiler arasında olmaktadır.

2-Dikey Mobbing: Mobbing uygulayan kişi bireyin yöneticisi veya üst konumdaysa dikey mobbing söz konusudur. En sık rastlanan mobbing türü olarak bilinmektedir.

3-Dolaylı Mobbing: Astın üstüne yapmış olduğu mobbing türüdür. Bu türde çalışan konumunda olan kimseler yöneticilerinin verdikleri görevlere uymayarak veya verilen işleri kötü daha yetkili bir yöneticiye şikâyet ederek onu zor durumda bırakmaya çalışırlar. Çok sık rastlanılan bir mobbing türü değildir.

Mobbingin Birey Üzerindeki Etkileri Nelerdir?

İşyerinde mobbing sürecinde en büyük zararı gören bireydir. Mobbingin etkileri, birey üzerinde yavaş yavaş oluşan birikimli zararlar şeklinde ortaya çıkar. Mobbingin birey üzerindeki sosyal etkilerine baktığımızda, öncelikle sosyal imajının zedelendiği gözlenir. İş yerinde dışlanmış ve mesleki kimliğini yitirmiş birey, zamanla sosyal çevresindeki ve aile çevresindeki yerini de yitirmektedir. Kişi, olan bitenlerle ilgili kendi kendine bir açıklama getiremeyebilir ve kendini suçlayabilir.

İşte bu dönemde, sağlığıyla ilgili olumsuzlukları da gözle görülür hale gelmektedir. Mobbingin yaşam kalitesine yönelik etkileri, kişinin hem dünyaya hem de kendine karşı olan güven bağının yok olmasıdır. Bu güven bağının zedelenmesi; yalnızca iş hayatı değil, bununla beraber aile hayatı, sosyal çevre, kişiler arası iletişim gibi birçok noktada işleri zorlaştırmaktadır. Korkmaya, utanmaya ve çekinmeye başlarız.

Mobbing uygulamalarına maruz kalan bireylerde; uykusuzluk, iştahsızlık, depresyon, sıkıntı, endişe, halsizlik, ağlama krizleri, unutkanlık, alınganlık, ani öfkelenme, suskunluk, yaşama arzusunun kaybı, daha önce sevdiği şeylerden doyum almama gibi bir takım davranış ve düşünce değişiklikleri gözlenebilir. Hatta şiddet ve tacizin çok yoğun yaşandığı durumlarda mobbing mağdurunda intihar düşünceleri bile ortaya çıkabilmektedir.

Sonuç olarak; mobbing uygulamalarına maruz kalanlar, içinde bulundukları durumun bir iş yeri sendromu olduğunu, çaresiz olmadıklarını ve yaşadıkları psikolojik şiddet ve taciz ile ilgili kendilerini suçlamanın birer çözüm olmayacağını bilmelidirler. Bu süreçte psikolojik destek almak; stres yönetimine katkı sağlayacağı gibi kişiliğinin güçlü yönlerini fark etmeye ve sağlıklı sınırlar oluşturmaya yardımcı olacaktır. Mobbing uygulamalarına karşı alınacak önlemler ve iyileştirme çalışmalarında; çalışanların ve işverenlerin konuyla ilgili eğitimi göz ardı edilmemelidir.

Saç Dökülmesi

Eğer saç dökülmesi yaşayan milyonlarca kişiden biriyseniz, saçlarınızın dökülmesinin size yaşattığı duygusal etkileri en iyi gözlemleyebilecek kişilerdensinizdir.

Saç dökülmesinin şiddeti arttıkça ortaya çıkan psikolojik etkiler de genellikle artar. Neredeyse saç ekimine karar veren tüm kişilerde gözlemlediğimiz hikaye aynıdır.

Bu sorunla mücadele eden kişilerin neredeyse tamamı şampuanlar, sprey, losyon tedavileri ve PRP tedavileri gibi çözümleri deneyimlemiştir. Yapabilecekleri herşeyi yapmış ve sonunda pes edip kalıcı bir çözüm aramaya yönelmiştir.

Saçlarımız hayatta kalmamız için yaşamsal bir öneme sahip olmasa da, ya da saçlarımız döküldüğü için fiziksel bir acı çekmesek de saçlar kafa derimizi aşırı sıcak ya da aşırı soğuk hava koşullarından korumak gibi görevler üstlenmesi bakımından önemlidir. Biyolojik görevlerinin yanında saçlarımızın gür ve kaliteli olması psikolojik olarak çeşitli avantajlar sağlar.

Saç Dökülmesinin Psikolojik Etkileri

Saç dökülmesi hem erkekler hem de kadınlar için ortak bir sorundur. Erkeklerin alopesiden muzdarip olma eğilimleri kadınlara göre daha fazladır. Erkeklerin neredeyse 1 / 5’i 20 yaşına kadar saç dökülme problemleriyle karşı karşıya kalırlar.

Kadınlar saçları duygusallık, cinsellik ve cazibe ile ilişkilendirirken, erkekler saçlarını çoğunlukla güç ve erkeklik belirtisi olarak görürler.

Saç dökülmesi, erkeklerin ve kadınların psikolojisini eşit derecede etkiler. Saç dökülmesi problemi güven kaybı, değersizlik kompleksi, sosyal fobi ve strese neden olur.

Saç Dökülmesi Neden Olan Stresle Başa Çıkma

Saç dökülmesi sorunuyla başa çıkmak zor değildir. Her şey hayata bakış açınızı değiştirmekle ilgilidir.
Saç dökülmesi ve kelleşmiş bölgelerin oluşması herhangi bir yaşam riski oluşturmaz. Bu durum tamamen zihinseldir ve sağlığınız, refahınız üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Hayatınızı tehdit etmez.

Saç Dökülmesinin Sosyal Hayatınızla Hiçbir İlgisi Yoktur

Bazı insanların saçı dökülmüş insanlara zorbalık yapmaya başladıkları gerçeği inkâr edilemez. Ancak bu durum doğrudan saç dökülmesi ile ilgili değildir. Aksine bu yön, yaşamda her yönüyle sizi destekleyen gerçek arkadaşlar bulmanıza yardımcı olabilir.

Saç Dökülmesi Cinsel Hayatınızı Etkilemez

Herhangi bir cinsel bozukluktan muzdarip olmadığınız sürece, cinsel yaşamınızda herhangi bir sorun olmamalıdır. Eşinizle mutlu bir cinsel ilişki için her şeye sahipsiniz demektir. Saç dökülmesi sadece siz de negatif algı oluşturmaktadır.

Saç Dökülmeniz İçin Tıbbi Tedavi Yöntemlerini Deneyebilirsiniz

Saç dökülmesinin sebebinin anlaşılması tedavi için ilk adım olacaktır. Bu konuda dermatoloğunuza danışabilirsiniz.
Son dönemdeki tıbbi gelişmeler ile saç dökülmesi probleminize yönelik alabileceğiniz tedavi seçenekleri artmıştır. Doktorunuzla görüşüp tedavinizle ilgili bir yol haritası belirleyerek tedavinize başlayabilirsiniz.

Psikiyatrik Terapi Almayı Düşünebilirsiniz

Alopesi stresi ile mücadele ediyorsanız, psikolojik destek almanızın size faydası olacaktır. Bir uzman, arkadaşlarınız, aileniz veya akrabalarınız ile paylaşamayacağınız duyguları konuşmanıza ve temizlemenize yardımcı olabilir. Durumunuzun ciddiyetine bağlı olarak, anksiyete semptomlarının üstesinden gelmek için herhangi bir depresörün gerekli olup olmadığını görmek için size bazı testler yapabilirler.

Sadece Erkekler için Geçerli Değil

Fiziksel güzellik, kişilerin kendilerine duydukları özgüvenin önemli parçalarından biridir. Saç dökülmesi kişisel özgüveni ve kişinin kendine verdiği değeri belirgin olarak aşağıya çeker. Pek çok araştırmada ileri düzeyde kellik sorunu olan kişilerin anksiyete ve depresyona daha yatkın oldukları gösterilmiştir, ve bu durum sadece erkekler için geçerli değildir.

PSİKOLOJİK DESTEK, SAÇ DÖKÜLMELERİNİN ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN ÖNEMLİ BİR ADIM
İstatistikler saçları dökülen kadınların sürekli dökülen alanı kamufle etmek ya da durumu saklamak için çaba sarf etmeleri nedeni ile kendini ifade etmede, konuya odaklanmakta sıkıntı yaşadığını ortaya koymuştur.

Saçları dökülen kişilerin dermatolojik tedavinin yanı sıra psikolojik destek almaları da büyük önem arz etmektedir. Anksiyete (kaygı) bozukluğu ve depresyon yaşayan kişilerin psikolojik destek alması saç dökülmelerinin önüne geçmek adına önemli bir adımdır.

Stockholm Sendromu

Bazı kavramlar, var olan psikolojik durumları açıklamak için genel olarak kabul görmüşlerdir; ancak DSM–V’te (Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) yer almazlar.

Stockholm sendromu da bunlardan biridir. Bu tür kavramları bazı özel durumları anlamak için kullanabiliriz; ancak Yaygın Anksiyete Bozukluğu gibi üzerinde anlaşılmış bir tanı olarak görülmezler ve tedavi süreçleri standartlaşmış halde bulunmaz.

Şimdi bu çerçevede Stockholm sendromunun ne olduğuna ve hangi durumları anlamamıza yardımcı olabileceğine bakalım.

Stockholm Sendromu’nun Tarihçesi

İsveç’in Stockholm kentinde 1973 yılında aslında diğer soygunlardan çok farklı olmayan bir soygun girişimi oldu. Ancak soygunun sonunda 6 gün boyunca rehin tutulan banka görevlisi daha sonra soyguncuyu savunmakla kalmadı; romantik bir ilişkileri oldu. Benzer biçimde yine aynı şehirde aynı yıl başka bir soygunda rehineler ve soyguncular arasında iyi ilişkiler gelişti.

Soygun sırasında polis baskını olacağını fark eden rehineler, failleri uyardılar. Mahkeme sürecinde aleyhlerine tanıklık yapmak istemediler ve savunmaları için aralarında para topladılar. Bu ve buna benzer bir dizi olayı inceleyen uzmanlar bireysel ya da grup halinde rehineler ve soyguncular arasında gelişen bağlanmalara açıklamaya giriştiler ve böylece “Stockholm Sendromu” ortaya çıktı.

Stockholm Sendromu Nedir?

Bu sendrom aslında, ilk olarak Freud tarafından ifade edilen bir savunma mekanizması olan özdeşim ve travmatik bağlanmanın bir bileşimine dayanmaktadır. Kişiler izole edildikleri yoğun travmatik deneyimler sırasında faillere karşı duygusal bağ kurarlar ve bu bağ yalnızca travmatik olayla sınırlı kalmaz. Her ne kadar adını Stockholm şehrindeki soygunlardan alsa da sendromunun açıklayıcılığı rehine – saldırgan ilişkilerinin ötesindeki pek çok ilişkiye (örneğin terörist kaçırma eylemleri, radikal dini tarikatlar, savaş esirleri, aile içi şiddet vb.) genişletilmiştir.

Stockholm Sendromu’ndan bahsedilmek için bazı şartların var olması gerekmektedir.

  1. Yaşamsal (ölüm ihtimali, beden dokunumazlığı, psikolojik varlık, temel ihtiyaçların giderilmesinin tek bir kişiye bağlı olması vb.) tehlikenin varlığı
  2. Sosyal/Fiziksel izolasyon
  3. İzolasyonun kişinin kendi otonomisiyle kırılma ihtimalinin azlığı ya da kabullenilmişliği
  4. Fail ya da faillerin olumlu davranış, tutum ve duygularla yaklaşması

Bu şartların sağlanması halinde çok uzun zaman gerektirmeden de kişilerin travmatik bağlanmayı yaşamaları olasıdır. Sürenin uzaması da bağın gerçekleşme ve kuvvetlenme olasılığı artırabilmektedir.

Stockholm Sendromu’nun Gelişimi

Bütün bu şartlarda dahi saldırıya maruz kalan kişilerin neden olumlu bir bağ kurdukları ve hatta saldırının sonrasında dahi bu bağı korumaya devam ettiklerini anlamak, günlük hayat içerisindeki bizler için zor olabilir. Bu durumu anlayabilmek adına yukarıda belirtilen şartları yeniden gözden geçirmek önemlidir.

Stockholm Sendromu’nun geliştiği durumlarda saldırıya maruz kalanların fiziksel ya da psikolojik varlıklarını sürdürmeleri için neredeyse tek kaynak, hemen hemen her zaman saldırgandır. Bu durumda mağdur/kurtulanın iyi ilişkiler geliştirmesi hayatta kalabilmesi ihtimalini önemli ölçüde artırmaktadır. Ek olarak kişiler izole durumdadır, aldıkları bilgiler saldırgan tarafından manipüle edilmektedir. Bir süre sonra kişilerin hayatta kalma ya da psikolojik sağlıkları için verdikleri mücadele bu bilgiler çerçevesinde şekillenmektedir. Üçüncü bir koşul, kaçma olasılığının olmayışı ya da bu olasılık gerçekte olsa dahi yok sayılmasıdır.

Son olarak saldırganın olumlu tutum ve davranışları mağdur/kurtulanın empati yapmasının yolunu açmaktadır. Kişiler, saldırganın adaletsiz bir dünyada bunu yapmak zorunda oldukları, aslında daha kötü güçlere karşı savaştığını ya da bir biçimde haklı olduklarına dair bilgileri içselleştirmeye başlarlar. Bu noktada kurulan bağ yalnızca hayatta kalmakla sınırlı kalmayıp, saldırganla özdeşim aşamasına geçmiş olur. Böylece kaçma fırsatı varken kaçmamak, yardım etmek ve saldırı sonuçlansa dahi saldırganı savunmanın temelleri atılmış olur. Bireysel olarak hayatta kalma güdüsünün yüksek kuvvetinden temel alan bağlanma sosyal olarak bir grup kurma ve böylece birlikte hayatta kalma eğilimiyle birleştiğinde yüksek bağlılık içeren ve dışarıdan anlaşılmaz görünen bir ilişkiye sebep olur.

Stockholm Sendromu’nun gerek anlaşılmazlığından kaynanlanan ilgi çekiciliği gerekse film ve kitaplarda kullanılmasıyla oluşan görünürlüğüne karşın; araştırmalar koşulların hepsi sağlansa dahi sendromun yaygın olarak görülmediğini göstermektedir. Sendromun gelişim yaygınlığının ise farklı gruplar ve koşullara bağlı olarak değişmekle birlikte yüzde 5 ile 10 arasında olduğu tahmin edilmektedir.

Günlük Yaşamda Stockholm Sendromu

Daha önce bahsettiğimiz gibi Stockholm Sendromu bir tanı değildir. Bu nedenle doğrudan bir tedavisinden söz etmek mümkün değildir. Bazı özel koşullar altında bireylerin yaşadığı durumu anlamamızı ve böylece daha rahat biçimde yardımcı olmamızı sağlayabilir.

Örneğin, kaçırılmış biri kendini kaçıranlara yönelik tanıklık etmek istemeyebilir. Uzun zamandır fiziksel ya da psikolojik şiddete uğrayan bir tanıdığımız ona şiddet uygulayan yakınına karşı savunmacı olabilir. Benzer biçimde tek seferlik bir travmatik deneyime maruz kalmış arkadaşımız saldırganına karşı olumlu hisler besleyebilir ve saldırıyı adli makamlara bildirmekte isteksizlik gösterebilir. Bütün bu durumlarda kurtulan/mağdurlar düşünce ve duygularından son derece emin olabilir ve kendi özgür iradeleri ile bu şekilde düşündükleri ve davrandıklarını ifade edebilirler.

Stockholm Sendromu belirtileri gösteren kişilerin bu gibi duygu, davranış ve düşünceleri onlara destek olmak isteyen kişileri kızdırabilir, kafalarını karıştırabilir. Elde tutulması gereken ilk nokta, kişilerin günlük hayatın akışını ciddi anlamda bozacak travmatik bir deneyim yaşadıkları ve tehlikenin boyutu objektif olarak ne olursa olsun öznel açıdan yoğun bir varoluş tehdidi ile yüz yüze kaldıkları gerçeğidir. Bu durumda kişiler fisiksel – psikolojik varlıklarını devam ettirebilmek adına ellerindeki en güçlü savunma mekanizmalarını kullanmışlardır. Bunun hızlıca sönümlenmesi beklemek eşyanın tabiatına aykıdır.

Bu gibi durumlarda “Travma Sonrası Stres” tepkileri ile benzerlik gösterebilir ve benzer müdahaleler kullanılabilir. Travmatik olaylar sonrası verilen tepkiler için sıklıkla kullanılan şu cümle süreci anlamayı ve müdahale etmeyi kolaylaştırabilir: “Bunlar normal tepkiler olmayabilir; ancak anormal durumlara anormal tepkiler vermek normaldir”. Müdahale sürecinde fiziksel ve psikolojik güvenliğin sürdürülebilir biçimde sağlanması, kurtulanın stres – travmatik olay ve bunlara verilen tepkilere dair farkındalığının artması, savunma mekanizmalarının ve zihnimizin bilgi işleme süreçlerinin anlaşılması önem arz etmektedir.

Kurtulanın yeni normale uyum sağlaması zaman alacaktır. Bu sürede inişler ve çıkışlar olması doğaldır. Sürecin gerekli noktalarında psikolojik destek alınması hem kurtulan hem de yakınları açısından önemlidir.

Lima Sendromu

Stockholm Sendromu’ndan ne zaman bahsedilse benzer başka bir bağ kurma süreci olan ve Stockholm Sendromu’nun tersi olarak bilinen Lima Sendromu’nun akla gelmesi olasıdır. Lima sendromu, adını 1996 yılının sonlarında Peru, Lima’da başlayan bir rehine krizinden alır. Bu kriz sırasında, Japon büyükelçisi tarafından düzenlenen bir partide yüzlerce misafir yakalandı ve rehin alındı. Tutsakların çoğu üst düzey diplomatlar ve hükümet yetkilileriydi.

Onları kaçıranlar, asıl talepleri üyelerinin hapishaneden serbest bırakılması olan Tupac Amaru Devrimci Hareketi (MTRA) üyeleriydi. Krizin ilk ayında çok sayıda rehine serbest bırakıldı. Bu rehinelerin çoğu büyük önem taşıyordu ve durum bağlamında serbest bırakılmaları mantıksız görünüyordu. Rehinelerin, Stockholm Sendromu’nda olduğu gibi, kendilerini tutanlarla olumlu bir bağ kurmalarından ziyade tam tersi bir durumun gerçekleştiği görüldü.

Rehinecilerin çoğu, tutsaklarına sempati duymaya başladı. Bu yanıt Lima sendromu olarak adlandırıldı. Lima sendromunun etkileri, tutsakların zarar görme olasılığını azaltırken, serbest bırakılma veya kaçmalarına izin verilme şanslarını artırdı. Rehine krizi, 1997 baharında özel kuvvetler operasyonu sırasında kalan rehinelerin serbest bırakılmasıyla sona erdi.

Vajinismus

Vajinismus kesinlikle kadının bilerek veya isteyerek ortaya çıkardığı bir durum değildir. Bu durumda kadın, istediği halde cinsel ilişkiyi gerçekleştiremez. Vajinismus, öğretilen yanlış inanç ve bilgiler yüzünden kaygı, endişe ve korku geliştirir. Geliştirilen bu duygular, kasların istem dışı kasılmasına neden olur ve cinsel birleşmeye izin vermez.

Vajinismuslu kadın orada adeta bir duvar olduğunu algılar, birleşmenin ağrılı geçeceğini düşünür. Jinekolojik muayene ardından teşhis koyulur ve tedavi planı gerçekleştirilir. En önemli nedenlerinden biri toplum baskısıdır, yalan yanlış bilgilerdir. Bu sebeple vajinismus tedavisindeki asıl amaç bu yanlış bilgiler düzeltmektir. Ardından egzersizler ile çözüme ulaşılır.

Dünya Sağlık Örgütü, cinsel sağlığı; cinsellikle ilgili fiziksel, duygusal, zihinsel ve sosyal bir iyilik hali olarak tanımlanmaktadır. Mutlu ve doyumlu bir cinsel yaşam için karşılıklı saygı ve iletişim çok önemlidir. Cinselliğin nasıl yaşanacağı iki tarafın isteği, rızası ve onayı ile gerçekleştirilmelidir.

Yapılan araştırmalarda dünya genelinde cinsel sorunlara çok sık rastlanmaktadır. Bu sayı her üç kişiden biri olarak ortaya çıkar. Cinsel işlev bozukluğunun sıklığı yaşanan toplum ve kültüre göre değişiklik göstermektedir. Cinselliğin konuşulmadığı, ayıplandığı ve yasaklandığı, bekarete önem verilen, cinsellikle ilgili yanlış bilgilendirmelerin olduğu toplumlarda bu sıklık artmaktadır.

Masters ve Johnson cinsel işlev bozukluğunu, insan cinsel yanıt döngüsünde yeterince cinsel uyarılma ve doyuma ulaşmada yetmezliğe yol açabilecek herhangi bir aksama olarak tanımlamaktadır. Cinsel yaşamından tatmin olamama ve bunun sürekli olma hali olarak nitelendirilir. Kadınlarda cinsel işlev bozukluğu olarak yaşanan en sık rahatsızlık, vajinismustur.

Vajinismus Nedir?

Masters ve Johnson’a göre vajinismus, cinsel ilişkiyi güçlendiren hatta imkansız kılan psikosomatik bir rahatsızlıktır. Gerçek veya hayali ya da tümüyle içten hissedilen bir duruma karşı tepki geliştirilir ve istem dışı bir reflekse neden olur. Vajinismuslu kadın istediği halde cinsel birleşmeyi gerçekleştiremez ya da çok zor gerçekleştirir.

Cinsel birleşme penis ve vajina girişi olarak adlandırılır. Vajinanın alt 1/3lük kısmındaki pelvik kaslar istem dışı kasılarak cinsel birleşmeye izin vermez. Bu kasılma kadınlarda vajinal açıklığı daraltarak cinsel ilişkinin ağrılı olacağı şeklinde algılanır. Bu sorunu yaşayan kadınlar, cinsel birleşme olmadığı sürece cinsel istek ve partnerleriyle sevişme konusunda sorun yaşamazlar. Ancak birleşme anı geldiğinde orada bir duvar olduğunu ve bunun aşılamaz olduğunu düşünürler. Kadınlar bu birleşmeyi denediklerinde hissettiklerini; şiddetli bir ağrı, yırtılma hissi veya delinecekmiş hissi, iğne batırılıyormuş hissi, duvar var hissi şeklinde tanımlamaktadır.

Vajinismuslu kadınlarda cinsel ilişki sırasındaki kasılma sadece pelvik kaslarda değil başka yerlerde de görülebilir. Örneğin; karın kasılması, kalça kasılması, sırt kasılması gibi. Hatta bazı durumlarda bayılma da gerçekleşebilir. Tüm bu kasılmaların en önemli özelliği kişinin kontrolü dışında gerçekleşiyor olmasıdır.

Vajinismus rahatsızlığının teşhisi basit bir şekilde konulamaz. Mutlaka jinekolojik muayene yapılmalı ve bu muayeneden sonra vajinismus teşhisi konulmalıdır. Masters ve Johnson’a göre vajinismuslu kadınların muayene tepkileri çok tipiktir. Jinekolog, dış genital organları muayene etmek için dikkatlice yaklaştığında, kadın jinekoloji masasında geriye kayar, kalçalarını kasar. Vajinaya karşı bir tehdit olarak algılar ve istemsiz olarak bu hareketleri gerçekleştirir.

Vajinismus, DSM-IV-TR’de özgül bir kadın cinsel işlev bozukluğu olarak sınıflandırılmıştır. Buna göre vajinismus için temel tanı ölçütleri vardır. Öncelikle vajinanın dış üçte birindeki kaslarda cinsel birleşmeyi engelleyecek biçimde yineleyici bir biçimde ya da sürekli olarak istem dışı spazmın olması; ikinci olarak bu bozukluk, belirgin bir sıkıntıya ya da kişiler arası ilişkilerde zorluklara neden olmasıdır. Üçüncü olarak başka bir bozukluk ile açıklanamaz olmasıdır.

Ek olarak vajinismus birincil, ikincil ve üçüncül olarak ayrılmaktadır. Birincil vajinismus, kadının ilk cinsel deneyiminden itibaren ortaya çıkması; ikincil vajinismus sorunun sonradan ortaya çıkmasıdır. Bir diğer durumsal vajinismus ise bazı durumlarda ortaya çıkması bazı durumlarda ise ortaya çıkmaması olarak adlandırılır. Bu tiplere göre tedavi planı değişiklik gösterebilir.

Vajinismus Belirtileri Nelerdir?

Vajinismus belirtileri kişiden kişiye göre değişiklik göstermektedir. Kadınlarda birden fazla belirtisi vardır. Özetleyecek olursak;

  • Cinsel birleşmeden korkma, cinsel birleşmeyi deneyememe
  • Sevişmede ve istekte sorun yokken, ilişki anı geldiğinde kasılma, panik olma
  • Cinsel ilişki sırasında ağrı duyma
  • Zorlu denemelerden sonra gerisinin gelmemesi
  • Vajinaya parmak sokamama
  • Jinekolojik muayene olamama, bundan korkma ve çekinme davranışı sergileme
  • Cinsel ilişkide penisin ancak bir kısmının içeri girebilmesi
  • İlişki sırasında bacakları açamama,
  • Vajinaya bakamama, dokunamama
  • Partnerin vajinaya dokunmasına izin vermeme

şeklinde sıralanabilir. Genellikle vajinismuslu kadınlarda cinsel isteksizlik sorunu yaşanmaz; fakat zamanla bu haz azalabilir ve uyarılma sorunu ortaya çıkabilir. Panik atak da bir vajinismus belirtisi olarak ortaya çıkabilmektedir. Cinsel ilişki sırasında heyecanlanırlar, kasılırlar, kalp atışları ve nefes alıp verişler hızlanır.

Vajinismus Nedenleri

En sık nedeni psikolojik kaygılardır. Vajinismuslu kadın cinsellikle ilgili yanlış bilgiler edinmiştir. Kadın bedeni hakkında bu yanlış bilgiler kaygıya neden olmaktadır. Bekarete verilen büyük önem, penisin vajinaya girmesi kapalıdır düşüncesini yaratır. Özellikle erkek merkezli kültürlerde cinselliği, sadece üreme için gerçekleştirildiği düşüncesi vardır. Cinselliğin zevk veren bir aktivite olmadığını, acı çekildiğini, ayıp olduğunu, acı duyulduğunu öğretirler.

Bu yanlış bilgilendirmeler, kadınların kendi organlarını tanıyamamalarına neden olmaktadır. Bekarete verilen abartılı önem ile kadınların cinsel deneyimi veya ön sevişmeyi tanıyamamaları ile cinselliği ilk gecede öğrenmeleri sağlanmaktadır. Cinsellik ile ilgili yanlış bilgilendirmeler ön yargıya, aşırı kaygıya, suçluluk duygusuna, bir beklentiye, başaramama korkusuna ve dolayısıyla cinsel işlev bozukluğuna neden olmaktadır.

Cinsel istismar, saldırı veya tecavüz gibi olaylar da vajinismusa neden olabilmektedir. Aynı zamanda hamile kalma korkusu, ilişkideki sorunlar, günlük yaşam stresi de nedenler arasında olabilmektedir.

Vajinismus Tedavisi

Vajinismus tedavisi için cinsel alanda uzmanlaşmış cinsel terapistler tarafından bir tedavi planı oluşturulur. Cinsel terapistler vajinismuslu hastalara cinsel hayat ile ilgili eğitimler, bilgilendirmeler yapar. Bu bilgilendirmelerin amacı hastalığın altında yatan psikolojik nedenlere odaklanmak, onları ortadan kaldırmak ve öğrenilen yanlış bilgileri tekrardan öğretmektir.

Bilgilendirmeler ve eğitimlerin yanında egzersizler de verilmektedir. Kasılan vajinal kasları gevşetmek adına gevşeme teknikleri ve rahatlamasına neden olacak nefes egzersizleri verilir. Vajinal kasları tanımak ve kontrolünü sağlamak adına kegel egzersizi verilir.

Kegel egzersizi; pelvik taban kaslarını sıkma ve bırakma egzersizidir. Cinsel işlev bozukluklarında kullanılan, etkin bir yöntemdir. Bu egzersizlerin devamında bazı davranışçı tekniklerle de kaygının azalması ve pelvik kasların gevşemesine yarayacak egzersizler de uygulanır.

Obsesif Kompulsif Bozukluk

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB), insanların obsesyon adı verilen sürekli tekrar eden düşüncelere sahip olması ve bu düşüncenin kendisini rahatsız etmesinden ötürü, genellikle rahatlamak amacıyla ritüel veya kompulsiyon adı verilen sürekli tekrar eden davranışlarda bulunmasıyla karakterize bir durumdur.

Obsesif kompulsif bozukluğa (OKB) sahip hastalar, kontrol edemedikleri düşünceleri, korkuları veya imgeleri saplantı halinde yaşarlar. Bu durum hem kendileri hem de çevresindekiler için son derece rahatsız edici olabilir.

Bu düşüncelerin ürettiği kaygı, gerginlik, kendini tekrarlayan davranışları, ritüeller veya rutinlerin zorunlu hale gelmesine neden olur. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastaları tüm bu zorunlulukları, takıntılı düşünceleri önlemek veya ortadan kaldırmayı sağlamak amacıyla tüm bunları bir rutin haline getirir.

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastaları takıntılarını görmezden gelmeye ya da durdurmaya çalışsa da bu durumu engelleyemeyeceği gibi endişelerini de artırır. Kişi, stresini hafifletmek için zorlayıcı eylemlerde bulunmaya başladıkça kendin zorlar. Takıntılı düşünceler veya dürtülerden kurtulmaya çalışsalar da bu durum bazen daha kötü sonuçlara neden olabilir.

Nedenleri

Obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) nedeni tam olarak anlaşılmamasına rağmen, biyolojik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir.

Biyolojik faktörler

Vücudun normal işleyişinde devam edebilmesi için beyindeki milyarlarca nöronun (sinir hücresinin) birbirleriyle iletişim kurması gereklidir ve nöronlar elektriksel sinyallerle haberleşir. Nörotransmiterler adı verilen özel kimyasallar, bu elektriksel mesajların nörondan nöronlara taşınmasına yardımcı olur.

Obsesif kompulsif bozukluk durumunda, beynin belirli bölümlerinde aşırı aktivite bulunmaktadır. Hasta obsesif kompulsif bozukluk (OKB) semptomlarını yaşadığında ise beyin daha da aktif hale gelir.

Çevresel Faktörler

Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan bazı kişiler ise çevresel stres faktörlerinden etkilenmektedir. Kişinin yaşadığı bazı çevresel faktörler ve ciddi hayat değişiklikleri semptomların kötüleşmesine neden olabilir. Bu faktörler şunları içerir:

  • Taciz
  • Yaşam durumundaki değişiklikler
  • Hastalık
  • Sevilen birinin kaybı
  • İş veya okulla ilgili değişiklikler veya sorunlar
  • İlişki kaygıları

Belirtiler

Obsesif kompulsif bozukluk, genellikle hem saplantı hem de kişinin kendini zorlamasını içerir. Ancak, sadece obsesyon semptomları olması da mümkündür. Obsesif kompulsif bozukluk hastalarında takıntıların ve zorlamaların aşırı olduğu kolaylıkla fark edebilir.

Obsesif kompulsif bozukluk hastaları takıntılı düşünceleri olduğunda endişelerini kontrol etmeye yardımcı olacak kurallar veya ritüeller oluşturabilir. Fakat kontrol etme çabaları genellikle düzeltmeyi amaçladıkları sorunla gerçekçi bir şekilde ilişkili değildir.

Obsesif kompulsif bozukluk kendini tekrarlayan bir hastalık türüdür. Obsesif kompulsif bozukluk istenmeyen düşünceler, sürekli müdahil olma, sıkıntı veya endişe veren dürtülerdir. Bu hastalığa sahip kişiler kendilerini zorlayarak tüm düşüncelerini görmezden gelmeye veya onlardan kurtulmaya çalışabilir. Fakat hasta bu tip saplantılardan kurtulmaya çalışırken daha da zorlanabilir.

Obsesif kompulsif bozukluk genellikle gençlik veya erken yetişkinlik yıllarında başlar. Semptomlar yavaş yavaş başlayarak tüm yaşam boyunca değişim gösterebilir.

Obsesif kompulsif bozukluk belirtileri kişinin çok fazla stres altında kaldığında daha da kötüleşir. Genellikle yaşam boyu süren bir hastalık olarak kabul edilen obsesif kompulsif bozukluk hafif ila orta şiddette semptomlara sahip olabilir.

Obsesif Kompulsif Bozukluğun Belirtileri İse;

  • Kirlenme korkusu
  • Düzenli ve simetrik olma
  • Kendisini veya sevdiklerinin zarar görmesine ait düşüncelere kapılma
  • Başkalarının dokunduğu nesnelere dokunamamak
  • Nesneler düzenli olmadığında strese girme
  • El sıkışmaktan rahatsızlık duyma
  • Sürekli el yıkama
  • Aşırı temizlik takıntısı
  • Mikroplardan korkma
  • Sürekli duş alma isteği
  • Sürekli bir şeyleri kontrol etme ihtiyacı duyma
  • Bir şeyleri sayma
  • Kilitlendiklerinden emin olmak için kapıları tekrar tekrar kontrol etme
  • Kapalı olduğundan emin olmak için ocağı tekrar tekrar kontrol etme
  • Belirli kalıplarda sayma
  • Bir duayı, kelimeyi veya ifadeyi içten içe tekrarlamak

Tanı Yöntemleri

Obsesif kompulsif bozukluk için laboratuvar ortamında gerçekleştirilebilen bir test yoktur. Teşhis, hastanın semptomları ve hastanın genel davranışları üzerine uzman bir doktor tarafından konulabilir.

Psikiyatrist tarafından gerçekleştirilen psikolojik değerlendirme esnasında düşünceler, duygular, semptomlar ve davranış kalıpları incelenir.

Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) teşhis etmek bazen zordur, çünkü semptomlar obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu, anksiyete bozuklukları, depresyon, şizofreni veya diğer mental sağlık bozukluklarına benzer olabilir.

Kişiler hem obsesif kompulsif bozukluğa (OKB), hem de diğer mental bozukluklara sahip olabilir. Bu sebeple hastayı değerlendirecek olan psikiyatrın tüm etkenleri düşünmesi gereklidir.

Tedavi Yöntemleri

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavi edilmediği takdirde kendiliğinden iyileşmeyebilir, bu nedenle tedavi almak son derece önemlidir.

Kişi, zihinsel hastalıkların teşhisi ve tedavisi için özel olarak eğitilmiş bir sağlık uzmanına yönlendirilebilir. Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) tedavisinde en etkili yaklaşım, ilaçları uygun terapiler ile birleştirmektedir.

Davranış Terapisi

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında sıklıkla görülen abartılı veya takıntılı düşünceleri azaltmaya odaklı bir tedavi yöntemidir.

Amaç, Obsesif kompulsif bozukluğu (OKB) olan kişilere, zorlayıcı davranışlarda bulunmadan kaygı yaratan inançlarıyla yüzleşmeleri konusunda yardımcı olmaktır.

İlaç Tedavisi

Obsesif kompulsif bozukluk (OKB) hastalarında beyindeki serotonin seviyelerini artırmaya yönelik ilaçlar kullanılabilir.

Stres

Stres, her insanın farklı dönemlerde ve farklı şekillerde deneyimlediği fizyopsikolojik bir tablodur.

Odaklanma bozukluğu, uykusuzluk, endişe artışı, öfke problemleri gibi pek çok psikolojik soruna yol açabilen bu tablo uzun vadede kişinin fiziksel sağlığını da riske atar ve enfeksiyona, kas ağrısına, mide ve bağırsak sorunlarına neden olabilir. Uzun süren stres durumunda bağışıklık sistemi zayıflar, kişi daha ciddi sağlık problemlerine karşı savunmasız hale gelir.

Hem fiziksel sağlığı korumak hem de hayat kalitesini artırmak için stres mekanizmasını doğru şekilde bilmek, stresle baş etme yolları hakkında bilgi sahibi olmak ve kişiye uygun yöntemlerle stresi kontrol altına almak gerekir.

Stres Nedir?

Stres, kişinin fiziksel ve ruhsal sağlığının tehdit edilmesi ve bu sınırların zorlanması gibi durumlarda ortaya çıkan fizyopsikolojik bir tepkidir. Tehdit ve zorlamalar karşısında vücut kendini koruma amacıyla bir tepki zinciri başlatır ve psikolojide “savaş veya kaç” olarak da adlandırılan cevap ortaya konulur. Kişi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığı durumda bununla başa çıkabileceğini düşünüyorsa orada kalır ve bu tehlike ile savaşır; başa çıkamayacağını düşündüğü tehlike durumlarında ise uzaklaşmaya eğiliminde olur ve kaçma tepkisi verir. Bu sayede her iki durumda da yeni şartlara uyum sağlanmış olur.

Stres günlük hayat içerisinde her insanın sık sık deneyimlediği, engellenemez bir olgudur. Başlangıçta kişide kaygı, endişe, gerginlik ve mutsuzluk gibi psikolojik problemler ortaya çıkar ancak uzun süreli aşırı stres durumunda bedensel problemler de görülebilir. Bunlar bir yandan kişinin günlük yaşam koşullarına uyumunu zorlaştırırken diğer yandan bağışıklık sistemini zayıflatır ve kişiyi pek çok hastalığa karşı savunmasız hale getirir.

Kişi stres altında hissettiği anda strese neden olan faktörler vücut tarafından bir tehlike olarak algılanır ve beyinden stres hormonları salgılanır. Bunun sonucunda vücut 3 farklı aşamadan oluşan bir tepki zinciri başlatır. Birinci aşamada vücut alarm mekanizmasını devreye sokar ve stres hormonlarının salgılanması, kan basıncının yükselmesi ve terleme gibi çeşitli fizyolojik reaksiyonlar geliştirir. İkinci aşama direnç aşamasıdır. Stres kaynağı olarak algılanan problem etkin şekilde çözüldüğünde vücut alarm aşamasında ortaya çıkan zararları giderir ve stres hormonlarının düzeyi azalır.

Bunun sonucunda kan basıncı yüksekliği, terleme gibi fizyolojik tepkiler kaybolur. Stres reaksiyonunun üçüncü aşamasında vücut tükenme durumu yaşayabilir. Etkili şekilde baş edilemeyen ve üstesinden gelinemeyen stres kaynakları arttığında vücudun uyum kapasitesi azalır ve alarm aşamasındaki tepkiler sürekli hale gelerek kronik stres tablosuna neden olur.

Stres Çeşitleri Nelerdir?

Stres çeşitleri akut stres, episodik akut stres ve kronik stres olmak üzere üç farklı şekilde tanımlanır. Akut stres durumunda stresin pek çok belirti ve bulgusunu yoğun olarak hissedilir ancak vücut stresi hızlı şekilde kontrol altına almayı başarır. Gün içerisinde hemen herkesin kısa süreli olarak yaşadığı, günlük hayatın işleyişini bölmeyen stres çeşidi akut strestir. Episodik akut stres tablosunda ise gün içerisinde çok sık tekrarlayan akut stres durumu görülür. Bu durum kişinin genel olarak endişeli ve gergin bir profile sahip olmasına ve çok çabuk öfkelenmesine yol açabillir. Doğru baş etme yöntemleri ile kontrol altına alınmayan episodik akut stres durumu ilerleyen dönemde kronik stres tablosuna neden olur ve bu durumda stresin vücuda etkileri çok daha ciddi olarak hissedilir.

Akut stres özellik itibariyle kişiyi heyecanlandırıcı, enerji verici ve uyarıcı olabilirken kronik stres tablosu kişinin enerji kaybı yaşamasına, fiziksel ve ruhsal açıdan yorgun düşmesine ve işlevselliğini yitirmesine neden olur. Bu stres tablosu genellikle günlük yaşamın rutin kaygılarından daha çok altta yatan travmatik problemler sonucunda ortaya çıkar. Çocukluk travmaları, sorunlu aile ortamı ve uzun süreli sağlık problemleri gibi çözümlenemeyen sorunlar ilerleyen dönemde kronik stres tablosu ile sonuçlanabilir.

Stres Belirtileri Nelerdir?

Stres hastalıkları kişide fizyolojik ve psikolojik açıdan farklı belirtilerle ortaya çıkabilir. Bu belirtileri doğru tanımak ve hızlı şekilde fark etmek, stresin neden olabileceği hastalıklardan korunmak için son derece önemlidir.


Fizyolojik Stres Belirtileri Nelerdir?

  • Stres durumunda öncelikle kişinin nefes alışverişi hızlanır, dakikadaki solunum sayısı artar,
  • Kan basıncı artar, kalpte çarpıntı hissi görülür,
  • Ağız kuruluğu ve yutkunmada zorlanma görülebilir,
  • Vücut sıcaklığı artar, kişi “sıcak basması” olarak tariflenen durumu yaşar,
  • Ellerde terleme görülür,
  • Kaslar gerilir, bir süre sonra kaslarda gerginliğe bağlı ağrı meydana gelebilir,
  • Hazımsızlık, mide yanması, mide bulantısı, ishal veya kabızlık gibi sindirim sistemi problemleri gelişir,
  • Kaslarda yorgunluk ve halsizlik stresin fiziksel belirtileri arasında yer alır,
  • Diş sıkma görülebilir, buna bağlı baş ağrısı meydana gelir,
  • Uyku problemleri ortaya çıkar, kişi uykusuzluk ya da aşırı uyuma gibi belirtiler gösterebilir.


Psikolojik Stres Belirtileri Nelerdir?

  • Stres durumunda ortaya çıkan ilk psikolojik belirti endişe, huzursuzluk hissidir,
  • Kişi stres dönemlerinde odaklanma zorluğu yaşar, konsantrasyon problemleri görülür,
  • Unutkanlık ve dalgınlık gibi sorunlarla sık karşılaşılır,
  • Sinirli ruh hali görülür, kontrolsüzlük duygusu ortaya çıkar,
  • Kişi kendini üzgün, kızgın, baskı altında hisseder.

Stres Neden Olur?

Kişinin içinde bulunduğu koşullar doğrultusunda pek çok faktör stres kaynağı olabilir. Herhangi biri için stres nedeni olarak değerlendirilmeyen bir durum bir başkası için ciddi stres nedeni olabilir. Dolayısıyla strese neden olan faktörler tanımlanırken her bir faktörün kişilere ve durumlara göre değişiklik gösterebileceği bilinmelidir. Bu doğrultuda strese neden olan faktörler şu şekilde sıralanabilir:

  • Önemli yaşam olayları ve günlük yaşamda meydana gelen değişiklikler en yaygın çevresel stres kaynaklarıdır. Örneğin üniversiteye başlamak, yeni bir şehre taşınmak, aile bireylerinden birini kaybetmek, ciddi sağlık problemleri yaşamak kişinin günlük hayat akışını büyük oranda değiştiren ve yeniden uyum gerektiren durumlardır. Yeniden uyum süreci insanların büyük çoğunluğunda stres tablosuna neden olur.
  • Günlük yaşama ait sıradan problemler de önemli stres kaynaklarıdır. Küslük, ayrılık gibi yakın çevre ile yaşanan iletişim sorunları, iş hayatının yorucu temposu, ekonomik problemler ve günlük yaşama dair daha pek çok problem kişide aşırı stres belirtileri görülmesine hatta strese bağlı hastalıklar gelişmesine neden olabilir. Bu olayların sıklığının artışı kişinin bağışıklık sistemini zayıflatır ve hastalıklara yatkınlığı artırır.
  • Stresin kişisel kaynakları da çevresel kaynaklar kadar önemlidir. Kişinin zihinsel faaliyetleri, olaylara bakış açısı ve olayları algılayış biçimi kişinin stres düzeyini büyük oranda artırabilir. Bir olay sırasında yaşanan stres yoğunluğu, kişinin olaya yaklaşma şekli ve bu olayı yaşarken kendi ile yaptığı içsel diyalog ile doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla bazı durumlarda kişi kendi stresinin kaynağı olabilir. Bu tutum bireyin özgüvenini büyük oranda etkileyen, stresle baş etmeyi son derece zorlaştıran önemli bir problemdir. Bu gibi stres tablolarında çoğunlukla uzman desteği gerekir.


Stres Hangi Hastalıklara Yol Açar?

Stresin insan sağlığı üzerine etkileri incelendiğinde uzun süreli stres durumunun vücudun pek çok sisteminin işleyişinde aksaklıklara yol açtığı ve stresin kişiyi psikolojik açıdan olduğu kadar fizyolojik açıdan da yıprattığı görülmüştür.

Mide ülseri stresle doğrudan ilişki içerisinde olan ve stres sonucunda en sık karşılaşılan hastalıklardan biridir. Stres durumunda vücutta “stres hormonu” olarak da adlandırılan kortizol hormonu salgılanır ve bu hormon mide asit sekresyonunu hızla artırır. Aynı zamanda sindirim sistemi organlarının kanlanmasını azaltan kortizol hormonu çok salgılandığında midede yaygın ülser problemi ortaya çıkar. Bu durum kişide ağrı, sindirim güçlüğü, beslenme sorunları ve ilerleyen dönemde mide kanaması gibi çeşitli sağlık problemlerine yol açabilir. Dolayısıyla yaygın stres durumunda mide asidini kontrol altına almak için sağlıklı yiyecekler tüketmeye özen göstermek ve asitli içeceklerden kaçınmak gerekir.

Stres durumunda kortizol ile birlikte adrenalin ve noradrenalin hormonları da salgılanır. Bu hormonlar kanda serbest olarak dolaşan yağ asidi miktarını artırır ve bu durum uzun vadede damar duvarının yağlanmasına neden olur. Bunun sonucunda damar tıkanıklığı ve kalp krizi riski ciddi artış gösterir. Kalp-damar sağlığı stres ile doğrudan ilişki içerisindedir. Özellikle herhangi bir kalp hastalığı olanların ve 65 yaş üzeri kişilerin kalp ve damar sağlığını korumak için stres düzeyine kontrol altına alması önemlidir.Stres nedeniyle artan kortizol gibi hormonlar tüm bunların yanı sıra kişinin bağışıklık sistemini baskılar ve onu enfeksiyonla ilişkili çok sayıda hastalığa karşı savunmasız hale getirir. Stres, kanser gelişiminde doğrudan etkili değildir ancak kanserin vücutta yayılması ve daha sonraki süreçte tekrarlaması stres faktörü ile doğrudan ilişkilidir.


Stres Nasıl Geçer?

Stresi doğru şekilde kontrol altına almak kişinin hem ruhsal hem fiziksel sağlık bütünlüğünü korumak için son derece önemlidir. Özellikle günümüz dünyasında Covid-19 gibi çeşitli enfeksiyon hastalıklarına karşı tam koruma sağlamak için güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak gerekir. Sakin, huzurlu ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için stresle baş etme yöntemleri geliştirmek ve bunları günlük yaşam alışkanlıkları haline getirmek önemlidir.

Strese yol açan faktörlerle doğru şekilde başa çıkabilmek için kişi öncelikle problemi tanımalı ve çözüm odaklı bir yaklaşım geliştirmelidir. Bunun için stres yaşanan alanda planlı ve programlı olmak, sorunları çözüme ulaştırmak için gerekirse yardım istemek, yardımcı olabilecek kişilerle görüşmek, stresi yoğunlaştıran durumlardan kaçınmak, başa çıkmayı teşvik için daha sakin ve huzurlu ortamlar yaratmak, istenen davranışı gerçekleştirebilmek için kendi kendine telkin yöntemini uygulamak gerekir. Kendi kendine telkin yönteminde kişi düşüncelerini daima olumlu şekilde düzenlemeye çalışmalıdır. Olaylara mümkün olan en pozitif açıdan bakmak, gerçekçi olmayan düşünce kalıpları ile savaşmak önemlidir.

Bunun yanı sıra bazı durumlarda kişi problemi doğru şekilde tanısa dahi onu çözüm odaklı bir yaklaşımla ortadan kaldırmak mümkün olmayabilir. Örneğin bir yakınını kaybetmek, kişiyi ciddi anlamda strese sokan ve değiştirilmesi mümkün olmayan durumlardan biridir. Böyle anlarda kişinin yeni duruma uyum sağlamasını kolaylaştırmak ve yaşanan stres düzeyini azaltmak için duygulara odaklanan baş etme yöntemleri tercih edilir. Bu doğrultuda kişinin ona acı veren olayları hatırlatan durumlardan kaçınması, kas gerilimini azaltmak için egzersiz yapması, zihinsel dinginlik için derin nefes egzersizlerini uygulaması, boş zamanlarda ona keyif veren etkinliklere yönelmesi ve gerekirse sosyal ve psikolojik destek alması önerilir.

Stresle başa çıkma yöntemleri büyük oranda fayda sağlayan yöntemlerdir ancak bazı durumlarda kişi uzman desteğine ihtiyaç duyabilir. Stresin fiziksel veya ruhsal belirtilerinden bir veya birkaçı ile karşılaşıyorsanız sizin için uygun olan baş etme yöntemlerini tercih etmeniz yararlı olabilir. Ancak stresin kronik hale gelmemesi ve fiziksel açıdan ciddi problemler görülmemesi için belirti ve bulguları iyi takip etmeniz, zaman kaybetmeden alanında uzman psikolog ve psikiyatrlardan yardım almanız önemlidir.

Şizofreni Nedir?

Şizofreni, bireylerin gerçekliği anormal olarak yorumladıkları ve gerçek ile gerçek dışını birbirinden ayıramadıkları zihinsel bozukluğa verilen isimdir.

Şizofreni, halüsinasyonlar, sanrılar, günlük işleyişi bozan son derece düzensiz düşünme ve davranışların kombinasyonlarından meydana gelebilir ve bireyi bütünüyle etkisiz hale getirebilir.

Şizofreni hastaları için tedavinin yaşam boyu sürdürülmesi gereklidir. Erken başlayan tedavi, semptomların ciddi komplikasyonlar gelişmeden kontrol altına alınmasına yardımcı olabilir ve bireyin uzun vadede hayat kalitesini iyileştirecek adımların atılmasını mümkün kılabilir.

Şizofreni Neden Olur?

Tıp ve akıl sağlığı uzmanları şizofreni durumunun gelişmesine neyin neden olduğu henüz kesin olarak belirlememiştir. Ancak araştırmacılar genetik yapının, beyin kimyasının ve çevrenin bir kombinasyonunun şizofreni durumunun gelişmesine katkıda bulunduğuna inanmaktadır.

Yapılan araştırmalar sonucunda dopamin ve glutamat adı verilen nörotransmitterler dahil olmak üzere doğal olarak oluşan bir takım beyin kimyasallarıyla ilgili sorunların şizofreniye katkıda bulunabildiği gözlemlenmiştir. Nörogörüntüleme çalışmaları, şizofreni hastalarının beyin yapısı ve merkezi sinir sisteminde diğer bireylere göre bulunan farklılıkların mevcudiyetine işaret etmektedir. Araştırmacılar bu değişikliklerin tam etkilerinin ne olduğu konusunda emin olmasalar dahi, şizofreninin bir beyin hastalığı olduğunun işareti olarak kabul etmektedirler.

Ailede şizofreni geçmişine sahip bireylerin varlığı, genç yaşta ve genç yetişkinlik döneminde psikoaktif veya psikotropik ilaç kullanımı ve hamilelik sürecinde yetersiz beslenme veya beyin gelişimini etkileyebilecek toksinlere veya virüslere maruz kalma gibi doğum komplikasyonları gibi bir takım faktörlerin bireylerde şizofreni görülme ihimalini yükselttiği bilinmektedir.

Şizofreni İle Ortaya Çıkabilecek Komplikasyonlar Nelerdir?

Tedavi edilmeyen şizofreni bireyin hayatının her alanını etkileyen ciddi sorunlara neden olabilir. Şizofreninin neden olabileceği veya ilişkili olabileceği komplikasyonlar arasında öncelikle İntihar etmek, intihar girişimleri ve intihar düşünceleri olmak üzere anksiyete bozuklukları ve obsesif kompulsif bozukluk ya da kısaca OKB, depresyon, iş veya eğitim hayatına katılamama, maddi sorunlar ve evsizlik, sigara kullanımından kaynaklı nikotin dahil olmak üzere alkol veya diğer uyuşturucuların kötüye kullanılması, sosyal izolasyon, sağlık ve tıbbi sorunlar, mağdur olmak, ve nadir olarak saldırgan davranışlar sayılır.

Şizofreni Nasıl Önlenir?

Ne yazık ki şizofreniyi bütünüyle önlemenin kesin bir yolu yoktur. Sadece, tedavi planına bağlı kalmak görülen semptomların tekrarlamasını veya daha ağırlaşmasını önlemeye yardımcı olabilir.

Şizofreni Belirtileri Nelerdir?

Şizofreni, bireyin düşünme tarzı yani bilişi, davranışları ve duygularıyla ilgili bir dizi sorundan meydana gelir. Şizofreni belirtileri ve semptomları her bireyde farklılık gösterir ancak, genellikle bireyde sanrılar, halüsinasyonlar veya düzensiz konuşmaların varlığı ile genel bir işlev bozukluğu gözlemlenebilir.

Sanrılar gerçeğe dayanmayan yanlış inançlar olarak tanımlanır. Birey zarar gördüğünü veya tacize uğradığını düşünebilir, belirli hareketler veya yorumların her zaman kendisine yönelik olduğuna inanabilir, olağanüstü bir yeteneği veya şöhreti olduğunu düşünebilir, başka bir bireyin kendisine aşık olduğuna inanabilir veya büyük bir felaketin meydana gelmek üzere olduğu fikrini savunabilir. Şizofreni hastası bireylerin çoğunda belirti olarak sanrılar gözlemlenir.

Halüsinasyonlar ise genellikle var olmayan şeyleri görmek, duymak veya algılamak olarak tanımlanır. Halüsinasyonlar gerçek olmasalar dahi, bir şizofreni hastası için, normal bir deneyimin tüm etkisine ve gerçekçiliğine sahiplerdir. Halüsinasyonlar beş duyudan herhangi birinde gözlemlenebilir, ancak en yaygın olarak çeşitli seslerin duyulması şeklinde ortaya çıkar.

Bireyde düzensiz düşünme semptomunun varlığı genel olarak düzensiz konuşma belirtisinin gözlemlenmesi sayesinde ortaya atılabilir. Bireyin çevresindekiler ile etkili iletişim imkanı bozulur ve kendisine sorulan sorulara verilen cevaplar çoğunlukla kısmen veya tamamen ilgisiz olabilir. Daha nadir vakalarda konuşma anlaşılamayan, anlam taşımayan veya uydurma kelimeleri bir araya getirmek şeklinde gerçekleşebilir.

Çocuksu hareketlerden öngörülemeyen ani ajitasyona kadar geniş bir yelpaze üzerinde son derece düzensiz veya anormal motor davranışlar gözlemlenebilir. Bir çok vakada bu hareket ve davranışlar bir hedefe odaklanamaz, bu yüzden bireyin çeşitli görevleri yerine getirmesi çok zor bir hal alır. Anormal motor davranışlar, verilen talimatlara karşı koymayı, uygunsuz veya tuhaf bir vücut duruşu almayı, çevresel etkenlere karşı tam bir tepkisizliği ya da bulunan duruma göre gereksiz ve aşırı hareketlenmeyi içerebilir.

Negatif belirtiler ise bireyin normal bir şekilde işlevini sürdürme yeteneğinin azalması veya bütünüyle bulunmaması durumudur. Örneğin, birey kişisel hijyeni bütünüyle ihmal edebilir veya göz teması kurmayarak, yüz ifadesini değiştirmeyerek ya da monoton bir şekilde konuşarak duygusuz bir hal alabilir. Bütün bunlara ek olarak birey günlük hayatın gerektirdiği aktivitelere dahi ilgisini kaybedebilir, sosyal olarak kendisini uzaklaştırabilir veya haz alma bütünüyle yeteneğinden yoksun kalabilir.

Şizofreni belirti ve semptomlarının tipleri ve şiddeti zaman içerisinde değişiklik gösterebilir. Bazı semptomlar hafifledikleri ve ağırlaştıkları bir dalga düzenini takip ederken, diğer semptomlar sürekli ve kalıcı olabilir.

Tipik vakalarda şizofreni semptomları erkekler arasında 20’li yaşların başından ortalarına kadarlık dönemde başlarken, kadınlar arasında semptomlar tipik olarak 20’li yaşların sonlarında görülür. Ergenlik dönemi öncesi çocuklar ile 45 yaşından büyük bireylere şizofreni tanısı konulması çok nadir görülen bir durumdur.

Ergenlerdeki şizofreni semptomları yetişkinlerdekine benzerlik gösterir, ancak bu durumu önceden belirlemek genellikle daha zordur. Bunun başlıca sebepleri, şizofreninin erken semptomlarının bir kısmının, gençlik yıllarındaki tipik gelişim sürecinde görülen arkadaşlardan ve aileden uzaklaşma, motivasyon eksikliği, okulda performans düşüşü, sinirlilik veya depresif ruh hali, veya uyku problemi gibi davranışlar ile paralellik göstermesidir.

Bütün bunların yanı sıra uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin kullanımı, bireylerde şizofreni benzeri belirti ve semptomların gelişmesine yol açabilir.

Yetişkinlerde gözlemlenen şizofreni semptomları, gençlerde görülenler ile karşılaştırıldığında, genç hastalarda sanrılara sahip olma olasılığının daha düşük, halüsinasyon görülmesi olasılığının daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.

Şizofreni Hastasına Nasıl Yardım Edilir?

Şizofreni hastaları, yaygın olarak içinde bulundukları zorluğun ağır ve ciddi bir tıbbi müdahale gerektiren bir zihinsel bozukluktan kaynaklandığının farkında değillerdir. Bu sebeple şizofreni hastaları için yardım almak sorumluluğu genellikle aileye veya arkadaşlara düşer.

Bir bireyin şizofreni belirtileri gösterdiğini düşünen kişiler öncelikle endişeleri hakkında o bireyle konuşmalıdır. Her ne kadar bireyi profesyonel yardım almaya zorlamak mümkün olmasa dahi, bireyin uzman bir doktor veya akıl sağlığı uzmanına ulaşması konusunda bireye yardımcı olmak mümkündür.

Bazı vakalarda ve dönemlerde bireyin acil olarak hastaneye yatması gerekebilir. Eğer birey, kendisi veya başkaları için tehlike oluşturuyorsa veya kendi beslenmesini, barınmasını ya da giyimini kendisi sağlayamıyorsa, durumun bir zihinsel sağlık uzmanı tarafından değerlendirilebilmesi için bireyin yakınlarının bir sağlık uzmanına veya bir acil durum görevlisine başvurması tavsiye edilir.

Şizofreni ve İntihar Düşünceleri ile Davranışı

İntihar düşünceleri ve davranışı şizofreni hastaları arasında yaygın olarak görülen bir durumdur. Eğer bir bireyin intihar etme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu düşünülüyorsa veya intihar girişiminde görüldüyse, birey yalnız bırakılmamalı ve derhal 112 acil hattı aranmalıdır. Eğer güvenliği sağlamak mümkün olursa, birey en yakın hastanenin acil servisine götürülebilir.

Şizofreni Nasıl Teşhis Edilir?

Şizofreni teşhisi sürecinde, diğer akıl sağlığı bozuklukları ihtimali ortadan kaldırılır ve semptomların madde bağımlılığı, ilaç veya tıbbi bir duruma bağlı olup olmadığı belirlenir. Bunun için öncelikle gerçekleştirilen fiziksel muayene semptomlara neden olabilecek diğer tıbbi sorunları ortadan kaldırmak ve ilgili komplikasyonları kontrol etmek için yapılır.

Benzer semptomlara sahip durumların dışlanmasına yardımcı olan testler ile alkol ve uyuşturucu taramaları, bir sonraki adımda kullanılabilir. Doktor ayrıca şizofreni hastalarının beynindeki değişikliklerin varlığını saptamak için manyetik rezonans taraması veya bilgisayarlı tomografi taraması gibi görüntüleme çalışmalarına da başvurmak isteyebilir.

Bir doktor veya akıl sağlığı uzmanı, görünüşü ve tavrı gözlemleyerek ve düşünceler, ruh halleri, sanrılar, halüsinasyonlar, madde kullanımı ve şiddet veya intihar potansiyeli hakkında sorular sorarak bireyin zihinsel durumunu kontrol eder ve bir psikiyatrik değerlendirme yapar. Bu süreçte bireyin kendisinin ve ailesinin de tıbbi geçmişi irdelenir. Psikiyatrik değerlendirmede şizofreni için tanı kriterleri göz önünde tutulur.

Şizofreni Nasıl Geçer?

Şizofreni zaman içinde kendiliğinden geçen bir durum değildir. Hayat boyu yoğun bir tedavi süreci gerektiren, bireyin kendisinin farkında olmasa bile yakınlarının desteğine ihtiyaç duyduğu kalıcı bir durumdur.

Tedavi Yöntemleri

Şizofreni Nasıl Tedavi Edilir?

Şizofreni hastalığı, semptomlar azaldığında bile ömür boyu tedavi gerektirir. İlaçla ya da psikososyal terapi, bireyin durumu yönetmesine yardımcı olabilir. Bazı vakalarda, özellikle kriz dönemlerinde veya semptomların şiddetli seyretmeye başladığı dönemlerde bireyin güvenliğinin, doğru beslenmesinin, yeterli uyku düzeninin ve temel hijyeninin sağlaması için hastaneye yatırılması gerekli olabilir.

Normal şartlarda şizofreni tedavisi süreci deneyimli bir psikiyatrist rehberliğinde bir ekip tarafından sürdürülür. Bu ekipte bireye sağlanacak bakımı koordine etmek için bir psikolog, bir sosyal hizmet uzmanı, bir psikiyatri hemşiresi ve bir vaka yöneticisi bulunabilir. Tam ekip yaklaşımı, şizofreni tedavisi konusunda uzman kliniklerde mevcuttur.

İlaçlar tedavisi şizofreni tedavi sürecinin temel taşıdır. Antipsikotik ilaçlar bu süreçte en sık reçete edilen ilaçlardır. Kullanılan ilaçların dopamin adı verilen bir beyin nörotransmitterini etkileyerek semptomları kontrol ettikleri düşünülmektedir. Antipsikotik ilaçlarla tedavinin amacı, belirti ve semptomları mümkün olan en düşük doz ilaç kullanımı ile etkili bir şekilde yönetmektir. Psikiyatrist, bu sonuca ulaşmak ve zaman içinde bireyin değişen şartlarına uyum sağlamak için farklı ilaçlar, farklı dozlar veya kombinasyonlar deneyebilir.

Antidepresanlar veya anti-anksiyete ilaçları gibi diğer ilaçlar da bu süreçte antipsikotik ilaçlara destek olabilir. Normal şartlarda semptomlarda bir iyileşme olduğunu fark etmek birkaç haftalık bir süreci gerektirir. Şizofreni ilaçlarının ciddi yan etkileri, bireyi ilaç kullanımına karşı isteksiz kılabilir. Tedavi sürecinde hastanın işbirliği yapma isteği ilaç seçimini etkileyebilir, örneğin hap almaya karşı koyan bir hastaya enjeksiyon yapılması gerekebilir.

Şizofreni tedavisinde kullanılan birinci nesil antipsikotikler, aralarında geri döndürülebilir veya geri döndürülemeyen bir hareket bozukluğu olan geç diskinezi geliştirme olasılığı da bulunmak üzere yaygın ve potansiyel olarak önemli nörolojik yan etkilere sahiptir.

Bazı antipsikotikler kas içi veya deri altı enjeksiyon olarak verilebilir. İlaca bağlı olarak genellikle her iki ila dört haftada bir kullanılırlar.

İlaç müdahalesi sonucunda şizofreni kaynaklı psikoz durumu düzeldiğinde, ilaç tedavisine devam etmenin yanı sıra, psikolojik ve sosyal yani psikososyal müdahaleler de tedavi süreci için önem kazanır. Buna göre gerçekleştirilecek bireysel psikoterapi, hastanın düşünce kalıplarını normalleştirmeye yardımcı olabilir. Ayrıca, bireye stresle başa çıkmayı öğrenmek ve şizofreni semptomlarının tekrarlamasının erken uyarı işaretlerini belirlemek, hastalığın yönetilmesinde bireye yardımcı olabilir.

Psikososyal müdahale ile tedavi sürecinde verilecek sosyal beceri eğitimi, bireyin iletişim ve sosyal etkileşimlerini geliştirmeye ve günlük faaliyetlere katılma yeteneğini artırmaya odaklanır. Aile terapisi ise şizofreni ile uğraşan ailelere destek ve eğitim sağlar. Mesleki rehabilitasyon ve destekli istihdam şizofreni hastalarının iş eğitimini almalarına, iş bulmalarına, ve işi sürdürmelerine yardımcı olmaya odaklanır. Şizofreni hastalarının çoğu bir çeşit günlük yaşam desteğine ihtiyaç duyar. Uygun tedavi ile şizofreni hastalarının çoğu hastalıklarını yönetebilir ve normal ya da normale yakın bir hayat sürdürebilir.

İlaç tedavisine yanıt vermeyen şizofrenili yetişkinler için son bir çare olarak elektrokonvülsif tedavi yani EKT düşünülebilir.

Şizofreni İçin Yaşam Tarzı Değişiklikleri Ve Evde Bakım

Şizofreni kadar ciddi bir zihinsel bozuklukla başa çıkmak, hem hasta birey, hem de arkadaşları veya ailesi için zordur. Bu durumla başa çıkmak için öncelikle bireyin ve çevresinin şizofreni hakkında doğru bilgi edinmesi önemlidir. Bozukluk hakkında eğitim, hem şizofreni hastasının tedavi planına bağlı kalmanın önemini anlamasına hem de çevresindeki arkadaşlarının ve ailesinin bozukluğu anlamasına ve hastalığa sahip kişiye karşı daha şefkatli olmasına yardımcı olabilir.

Şizofreniyi yönetmek devam eden bir süreçtir. Tedavi hedeflerini akılda tutmak ve onlara odaklanmak, şizofreni hastasının motive kalmasına yardımcı olabilir.

Birey alkol ve uyuşturucu kullanımından kaçınmalıdır. Alkol, nikotin veya keyif verici ilaçlar kullanmak hem kendi etkileri bakımından, hem de tedavi sürecinde kullanılan ilaçlar ile etkileşime girerek ortaya çıkarabilecekleri yan etkiler bakımından tedavi sürecini zorlaştırabilir.

Bireyin ve yakınlarının bir destek grubuna katılması tavsiye edilir. Şizofreni hastaları için destek grupları, benzer zorluklarla karşılaşan başkalarına ulaşmaya, ve onların deneyimlerinden faydalanmaya yardımcı olabilir. Destek grupları ayrıca aile ve arkadaşların durum ile başa çıkmasına yardımcı olabilir.

Borderline Kişilik Bozukluğu

Borderline kişilik bozukluğu; kişinin düşünce ve algılama biçiminde, insanlara karşı olan duygularında ve ikili ilişkilerinde problemlere yol açan bir psikiyatrik rahatsızlıktır.

Rahatsızlığı tanımlayan ‘borderline’ kelimesi ‘sınırda, belirsiz’ anlamını taşır. Bunun nedeni borderline kişilik bozukluğunun ilk tanımlandığı dönemde; nevroz ve psikoz olarak adlandırılan iki psikiyatrik durum arasında sınır olarak kabul edilmesidir.

Borderline kişilik bozukluğu genellikle ergenlik (adolesan) ve genç erişkinlik döneminde ortaya çıkar.

Borderline kişilik bozukluğu belirtileri nelerdir?

Borderline kişilik bozukluğu olan kişilerde ani ruh hali değişiklikleri görülebilir. Bu bozukluğa sahip kişiler sık sık; hayattaki rollerini, gerçekte kim olduklarını ve ne amaçla yaşadıklarını sorgulayan düşüncelere kapılır. Bu düşüncelerdeki hızlı değişim; kişinin değer yargılarının, ilgi alanlarının da değişmesine yol açar. Borderline bozukluğu olan kişiler, olayları ve durumları keskin bir şekilde değerlendirir. Bu kişilere göre bir olay ya çok iyidir ya da çok kötüdür, ortalama olmaz. Borderline bozukluğu olan kişilerin insanlar hakkındaki fikirleri de sebepsiz yere çabucak değişebilir. Bir gün çok samimi bir arkadaşı olarak gördüğü birine, ertesi gün bir düşmanmış gibi davranabilir. Bu nedenle insanlarla olan ikili ilişkileri istikrarsızdır. Bunların yanı sıra bu kişiler, ikili ilişkilerde yoğun duygular hissedebilir, abartılı davranışlar sergileyebilir.

Borderline kişilik bozukluğuna sahip kişilerde;

  • Aile, arkadaş ve sosyal ortamdaki kişilerle ilgili çabuk değişen uç duygulara (aşk, aşırı sevgi ya da nefret gibi) sahip olma
  • Benlik duygusunda bozulma, aşırıya kaçma
  • Biriyle çok çabuk yakın ilişki kurma ya da yakın olduğu biriyle sebepsiz yere, aniden iletişimi kesme
  • Kendine zarar verme
  • İntihar düşüncesi veya girişimi
  • Dikkatsiz ve hızlı araba sürme, kumar oynama, aşırı ve gereksiz para harcama, abartılı cinsel davranışlarda bulunma, madde kullanma gibi dürtülerin etkisi altında hareket etme
  • Ani gerçekleşen ve yoğun yaşanan ruh hali değişimleri,
  • Öfke kontrolünde problem yaşama
  • Boşlukta hissetme
  • Diğer insanlar hakkında yersiz bir şüpheciliğe kapılma, güven problemi yaşama gibi belirtiler gözlenebilir.

Borderline bozukluğuna sahip hastalarda sayılan tüm belirtiler görülmeyebilir. Bazı hastalarda semptomların çoğu bulunurken bazı hastalar sadece birkaç belirti gösteriyor olabilir. Görülen belirtilerin sayısı, süresi ve şiddeti hastadan hastaya değişiklik gösterir. Belirtilerin ortaya çıkışı günlük sıradan olaylarla tetiklenebilir. Bu rahatsızlığa sahip kişilerde özellikle romantik ilişkide gerçekleşen kavga etme, ayrılma gibi durumlar; belirtilerin ortaya çıkması için tetikleyici rol oynayabilir.

Borderline kişilik bozukluğu neden olur?

Borderline kişilik bozukluğuna neden olan durumlar tam olarak aydınlatılamamış olsa da bazı faktörlerin varlığı, bu rahatsızlığın gelişimine katkıda bulunur. Örneğin genetik temellerin hastalık gelişiminde rol oynadığı düşünülür. Çünkü birinci derece yakınlarında borderline kişilik bozukluğu olan kişilerin, bu hastalığa sahip olma riski artmıştır. Hastalığın gelişimini daha iyi anlamak için yapılan çalışmalarda, sağlıklı bir kişi ile borderline hastası bir kişinin beyinleri arasında yapısal ve işlevsel birtakım farklılıklara rastlanmıştır. Ancak bu farklılıkların hastalık ile arasındaki ilişki henüz tam anlamıyla kurulamamıştır.

Sosyal, kültürel ve sosyal etkenler de hastalık gelişiminde etkili oluyor olabilir. Borderline kişilik bozukluğuna sahip kişiler arasında çocuk döneminde ihmal, taciz, terk edilme gibi olaylar yaşayanların sayısı oldukça fazladır. Erken yaşta karşılaşılan bu travmalar da hastalık gelişiminde rol oynayabilir. Psikiyatrik hastalıklar, pek çok farklı etmenin bir araya gelmesi ile ortaya çıkar. Bu nedenle her travma geçiren kişide ya da ailesinde borderline bozukluğu olan herkeste hastalık görülür demek doğru bir yaklaşım olmaz.

Borderline kişilik bozukluğu ne gibi problemlere yol açar?

Borderline kişilik bozukluğu olanlar, rahatsızlık nedeniyle günlük hayatlarında ciddi problemlerle karşılaşabilirler. Hastalığı fark edilmeyen, tanı almayan ve uygun tedavi edilmeyen hastaların hayatı; borderline bozukluğu nedeniyle olumsuz etkilenir. Borderline kişilik bozukluğu olan hastalar yaşamları içerisinde;

  • Eğitimine devam edememe, okulu yarıda bırakma
  • Sık sık iş değiştirme, işini kaybetme
  • İkili ilişkilerde anlaşmazlık yaşama, evliliği sürdürememe, boşanma
  • İlişkilerinde yıpratıcı olma
  • Riskli hareketlerde bulunma ve bunun bir sonucu olarak hukuki problemler yaşama, hapse girme
  • Kendine zarar verme ve buna bağlı olarak hastanede yatma
  • Dürtüsel davranışlar nedeniyle istenmeyen gebelik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, madde bağımlılığı, trafik kazası, kavgaya karışma gibi sonuçlarla karşılaşma
  • İntihar girişimi ve yaşamına son verme gibi olaylarla karşılaşabilir.

Borderline bozukluğu; hastanın sağlık durumundan sosyal hayatına, ekonomik şartlarından adli sicil durumuna kadar pek çok farklı alanda istenmeyen etkilere neden olur. Kişinin hayatına daha sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi ve hastalığın komplikasyonlarından korunabilmesi için tedavi alması şarttır. Psikiyatrik hastalıklar, genellikle hastada çok ciddi fiziksel bir sorun yaratmadığından hem hasta hem de hasta yakınları tarafından göz ardı edilebilir.

Ancak psikiyatrik hastalıkların da yaşamın sonlanmasına kadar giden ciddi sonuçları olabilir. Bu nedenle hastalık belirtisi gösteren kişilerin gerek kendisinin doktora gitmesi, gerekse de yakınları tarafından en kısa sürede kontrole götürülmesi gerekir. Borderline bozukluğunun erken fark edilmesi, rahatsızlığın hastanın hayatında ciddi bir etki bırakmadan düzeltilmesinde büyük önem taşır.

Borderline kişilik bozukluğu hastalarında bazı diğer psikiyatrik hastalıkların görülme sıklığı artmıştır. Bu hastalıklar:

  • Depresyon
  • Anksiyete
  • Alkol/uyuşturucu bağımlılığı
  • Bipolar bozukluk
  • Travma sonrası stres bozukluğu
  • Yeme bozuklukları
  • Dikkat dağınıklığı/Hiperaktivite bozukluğu şeklinde sayılabilir.

Borderline kişilik bozukluğunun tanısı ve tedavisi nasıldır?

Borderline tanısı; doktorla yapılacak görüşme, hastadan bazı testlerin doldurulmasının istendiği psikolojik değerlendirme, hastanın tıbbi geçmişi (sahip olduğu hastalıklar, kullandığı ilaçlar vb.) ve muayene, belirti ve bulguların incelenmesi yardımıyla konulur. Borderline kişilik bozukluğu tanısı genellikle yetişkinler içindir. Çocukluk ve ergenlik çağında borderline bozukluğu düşündüren belirti ve bulgular, çocuğun büyümesiyle birlikte düzelebilir. Bu nedenle genellikle çocuk yaş grubunda borderline kişilik bozukluğu tanısı koyulmaz.

Tedavide kullanılan temel yöntem psikoterapidir. Gerekli görüldüğü durumlarda psikoterapiye ilaç tedavisi eklenebilir. Doktor, hastanın güvenliğinden endişe duyuyorsa hasta için hastane yatışı talep edebilir.

Psikoterapi ya da diğer adıyla konuşma terapisi, borderline kişilik bozukluğundaki temel tedavi yaklaşımıdır. Psikoterapi yönteminde hasta terapist ile birlikte çalışır. Bu tedavi ile hastanın;

  • Yaşamını normal bir şekilde devam ettirebilecek işlevselliği geri kazanması
  • Hastada rahatsızlık hissi oluşturan duygu ve düşüncelerin yönetilebilmesi
  • Dürtüselliğinin azaltılması
  • Empati yeteneğinin geliştirilerek ikili ilişkilerin daha sağlıklı hale getirmesi
  • Hastalık hakkında bilgi sahibi olması amaçlanır.

Borderline kişilik bozukluğu çok çabuk tedavi edilebilen bir rahatsızlık değildir. Tedavinin zaman alacağı ve hastanın sağlıklı hissetmesi için biraz zamana ihtiyacı olduğu unutulmamalıdır. Hastanın yakın çevresinin de destekleyici davranışlar sergilemesi ve hasta üzerinde baskı oluşturmaması faydalı olacaktır.

Borderline kişilik bozukluğu; hastanın yaşam kalitesini her yönden olumsuz etkileyen ve hastanın kendine zarar vermesine kadar uzanabilecek komplikasyonları olan ciddi bir durumdur. Bu nedenle borderline kişilik bozukluğu şüphesi taşıyan kişilerin donanımlı bir sağlık merkezine başvurarak gerekli kontrollerini yaptırması yararlı olacaktır.

Agorafobi

Agorafobi bir tür anksiyete bozukluğudur. Kişi kendisini kapana kısılmış hisseder. Çaresiz ve utangaç hisseder. Korkuya neden olur. Bu tür alanlardan ya da yaşantılardan korkması anlamına gelir.

Bazen toplu taşımaya binmekte, açık ya da kapalı alan fark etmeksizin bu tür alanlarda bulunmakta, yapması gereken işler için bir yerde sıraya girmekten korkar. Bu tür durumlarda yoğun kaygı, korku ve endişe hali oluşur.

İlk olarak agorafobi toplumsal yerlere tek başına gitmekten korkan kişiler için kullanılmıştır. Temelde agorafobinin anlamı “pazar yeri korkusu” olarak geçer. Bu yüzden agorafobisi olan kişiler açık alanda durmakta oldukça zordur.

Akraba ya da yakın bir arkadaşıyla kendisini daha güvende hisseder. Bazı zamanlarda korkusu o kadar yükselir ki evden çıkmak bile istemez.

Agorafobi Ne Kadar Yaygın?

Agorafobinin yaşam boyu yaygınlığı %2 ile %6 arasında devam eder. Agorafobi tanısı almış kişilerde yüksek oran, ki bu oranın %75 olduğu ifade edilir, panik bozukluk da yaşadığı ifade edilir.

Agorafobi Ne Demek

Daha önce bahsedilen sosyal fobi ya da özgül fobi türlerinde de olduğu gibi agorafobide de öğrenme rolleri oldukça aktiftir. Klasik koşullanma temelde bir uyarana karşı geliştirilen bir öğrenme yöntemidir. Kişi yaşantısının bir diliminin gözünde korkutucu bir duyguyla eşleştirdiğinde zihin onu öğrenir, bu tür durumlar sıklaştıkça artık zihin bir uyarıcıya ihtiyaç duymadan bile bu korku ve kaygı durumunu ortaya çıkarabilir.

Davranışın ortaya çıkmasında kişinin bilişse çarpıtmaları oldukça etkindir. Bulunduğu konumda kendisine bir zarar verileceğine dair düşünceleri aktifleşir. Kendisini güvende hissetmek için attığı her adım aslında agorafobisini de yükseltir. Örneğin bir alışverişe tek başına gittiğinde korku ve kaygı durumu ortaya çıkar. Böylece kişi bir arkadaşını yanına çağırırsa kendi düşüncesini gerçeğe dökmüş olur. Kendisine “Korkmam gerekiyordu ve korkum sadece arkadaşım varken geçiyor.” der. Düşüncesi kişinin bu davranışı sık sık ortaya çıkarmasına da neden olur. Çünkü düşüncesi gerçeği olmuştur.

Agorafobi Belirtileri

Agorafobi tanısı almış kişiler yardım almanın zor olduğunu düşünür. Bu yüzden alan, cadde, sokak, köprü, tünel, pazar, alışveriş merkezi, cami ya da diğer ibadethane yerleri gibi durumlarda bulunamazlar. Beden bütünlüğüne zarar geleceğine inanır. Kalp krizi geçireceklerini, yardım alamayacakların hayal eder. Tuvalet ihtiyacı duyacağı ancak tuvalete ulaşamayacağı korkusuna kadar uzanan farklı belirtiler gösterir. Kişi bu tür durumlarda sıklıkla aile bireylerinden birinin kendisine eşlik etmesini ve kendisini güvende hissetmesini ister. Eğer ki kapalı alanda kalması gerekiyorsa kapıya en yakın yeri tercih etmeye çalışır. Bazı durumlarda ise kişi evden dahi çıkmaz. Böylece kişinin günlük aktiviteleri de son derece azalır. Fobiler arasında agorafobi kişinin gündelik yaşantısını en çok etkileyen durumdur.

Agorafobi Tanı Kriterleri Nelerdir?

Agorafobi ile ilgili DSM-V Tanı kriterleri şu şekildedir. Bu durumlardan en az ikisinin bulunması gerekir.

Toplu taşıma araçlarını kullanırken

Açık alanda bulunduğu durumlarda (köprü, pazar, sokak, otopark vs),

Kapalı yerlerde bulunduğu durumlarda (mağaza, alışveriş merkezi, tiyatro merkezi, okul, iş yeri vs.),

Sırada belemesini gerektiren fatura ödeme, sağlık muayenesi gibi durumlarda,

Tek başına evin dışında olması durumlarında ortaya çıkan yoğun kaygı ya da korku duyma durumu

Ayrıca kişi ortaya çıkan panik durumlarında düşeceğine inanır. Bazen tuvaletini yapacağını düşünür. Bu gibi durumlarda yardım almanın utanç sayılacağını kendisine sık sık söyler. Bu yüzden dışarda olmaktan da kaçar. Çünkü korku duyar. Agorafobik durumlar her an korku ve kaygı durumu oluştururlar.

Bu kaygı ve korku durumu en az altı ay devam etmelidir. Bu yoğun kaygı ve korku durumunun kişinin sosyal yaşantısına zarar verir. Diğer yandan aile yaşantısını ya da meslek yaşantısını önemli derecede etkiler. Sağlığı etkileyen başka fizyolojik bir durum varsa kişinin belirtileri daha da sıklaşır ya da daha da artar. Agorafobi panik atak ya da panik bozukluk tanısından farklı şekilde konur. Eğer ki kişinin agorafobi belirtilerine panik atak da eşlik ediyorsa iki durum ayrı incelenir.

Agorafobi Tedavisi Ne Kadar Sürer

İlaçlı Tedavi

SSGİ, benzofiazepinler ya da trisiklik antidepresanlar agorafobinin tedavisinde kullanılan ilaçlardır. Kullanılan ilaçlar kişinin kaygı durumlarını azaltmaya ya da engellemeye çalışır. Böylece kişinin ortaya çıkan kaygı durumu kontrol altına alınır. İlaçların en az 6 ay kullanılması gerekir. Diğer yandan terapi süreci danışanın getirmiş olduğu konuya bağlı olarak 10-12 oturum devam eder. Ancak bu bazı durumlarda daha uzun da sürebilir. Danışanın yaşamış olduğu korkunun yoğunluğuna göre bu süreç değişir.


Psikoterapi

Agorafobinin tedavisinde genel anlamda bilişsel davranışçı terapi ya da destekleyici diğer psikoterapi yöntemleri uygulanır. Bu noktada asıl amaç kişinin var olan kaygı belirtilerini ortaya çıkartan bilişsel çarpıtmaları değiştirmektir. Hatalı bilişsel çarpıtmaları değiştiririz. Yerine daha rasyonel inançlar koyarız. Böylece danışan yaşamış olduğu fobiye yönelik bakış açısını değiştirir.


Agorafobi Tedavisinde Online Terapi

Agorafobi tanısı olan kişiler evin dışına çıktıklarında kendilerini tehlikede hisseder. Bunun için terapi ortamına ulaşmalarına en kolay dayanak olarak online terapidir. Böylece kişi başlangıçta online terapi aracılığıyla görüşmelerine başlar. Tedavinin ilerleyen kısımlarında terapistle arasında kurulan güven bağına dayalı olarak kendisinde ortaya çıkan ilerlemeleri daha net görür. Kişinin kendisine güven veren bir ortamda terapiye başlaması ilerlemesi için çok daha faydalı olur. Bu şekilde ortaya çıkan bilişsel çarpıtmalar daha kolay değişir. Kişi terapiye daha açık hale gelir.

Teknoloji bağımlılığı nedir?

Teknoloji bağımlılığı, bireylerin vaktinin çoğunu telefon, bilgisayar ve buna benzer birçok teknolojik aletler ile geçirdiği bir rahatsızlıktır. Teknoloji bağımlısı olan birey bu durumdan rahatsız olmaz ve kolayca bu bağımlılığını bırakamaz. Aksine bu bireyler daha fazla bağımlılık geliştirerek teknolojiye yatkın hale gelirler. Bu durum birçok problemin oluşmasına neden olmaktadır.

Kişinin interneti kullanmada kontrolü yitirmesi ile birlikte kötüye kullanım ve bağımlılık gelişebilmektedir. Bilgisayar ve internet ortamının fizyolojik bağımlılık yaptığı bugün artık kesinlik kazanmıştır.


Teknoloji bağımlılığı bireyi fiziksel ve ruhsal sağlık anlamında olumsuz etkiler ve akabinde de aile, okul, iş, sosyal hayatında problemlere yol açar. Teknoloji bağımlılığında çoğunlukla ilgili davranışın bağımlılık oluşturucu uyarıcı ve pekiştirici özelliklerinin olduğu söylenebilir.
Bireylerin, internet üzerinde kontrolünü kaybetmesiyle başlayan, zamanla kişide patolojik rahatsızlıklara neden olan ve uzman ile tedavi edilmesi gereken hastalıktır.

İnternet bilinçli kullanıldığı zaman insan hayatını kolaylaştırma amacına hizmet etmektedir. Günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte hayatımızda pek çok değişim, gelişim ve kolaylık sağlanmıştır.

Teknoloji Bağımlılığının Nedenleri Nelerdir?

Teknoloji bağımlılığının nedenleri kişiden kişiye değişikli gösterebilir. Kişinin teknolojiye bağımlı hale gelmesi için pek çok sebep olabilir, bu süreçte tek bir nedenden bahsetmek doğru değildir. Farklı pek çok bağımlılık türünde görüldüğü gibi teknoloji bağımlılığında da genetik, biyolojik, psikolojik, sosyal etkenler ve internet mecrasının kişiye sunduğu sınırsız olanaklar, bağımlılık geliştirici sebepler arasında yer almaktadır.

Teknoloji bağımlılığı her yaşta ve her cinsiyet de görülür. Erkeklerde görülme olasılığı kadınlara göre 2-3 kat daha fazladır. Kadınlar internette sohbet programında ve okuyarak zaman geçirirken erkekler ise daha çok savaş, şiddet, spor gibi oyunları tercih ettikleri görülmektedir.


Teknoloji bağımlılığının toplumda görülme olasılığı %1.8 dir. Bu da teknoloji bağımlılığının olduğunu kanıtlar ve tedavisinin oluşmasına olanak hazırlar.
Teknoloji bağımlılığı birçok hastalığı sebep veya neden olabilir. Örneğin; İnternette çok vakit geçiren bir bireyde depresyon ve sosyal fobi geliştirebilir. Ya da bu gibi patolojik rahatsızlıkları olan bir birey internete yönelip daha fazla zaman geçirip bu durumu bağımlılığa dönüştürebilir.

Teknoloji Bağımlılığın Belirtileri Nelerdir?

Teknoloji bağımlılığı rahatsızlığının ortaya çıkmasında genelde aşağıda yazılan faktörler görülmektedir.
Teknoloji bağımlılığı incelendiğinde internet kullanımı ile ilgili kriterler oluşturulmuştur. Bu kriterlerin 5 tanesi bireyde mevcut ise patolojik internet bağımlısı olduğu düşünülmektedir.

  • Farkından olarak veya olmayarak çok fazla saat harcamak
  • Gece geç saatlere kadar bilgisayar başında kalmak
  • Bilgisayardan, telefondan uzak kalındığı zaman boşluktaymış gibi hissetmek
  • İnternette girebilmek için yemek yemeden dinlenmelerden arkadaşlarla vakit geçirmekten ödün vermek
  • Teknoloji kullanım zamanını ayarlayamamak
  • Teknoloji kullanımından dolayı depresyon, stres ve gerginlik durumu yaşamak
  • Sadece dijital aletlerden zevk almak
  • Çevresine ve ailesine kullanım süresi hakkında yalan söylemek

Genel olarak tüm bu teknoloji bağımlılığı belirtilerinin temelinde kontrol kaybı görülmektedir. Kontrol kaybı bağımlılığın temelini oluşturmaktadır.

Teknoloji Bağımlılığının Tedavi Yöntemi Nedir?

Teknoloji bağımlılığının altında sıklıkla psikolojik faktörler de rol oynamaktadır. Bu nedenle tedavi hedefi öncelikle altta yatan psikolojik faktörlerin tespit edilip bu noktaların tedavi edilmesidir. Bu bağlamda Farmakoterapi ve psikoterapiden faydalanılmaktadır. Özellikle bilişsel davranışçı terapi teknoloji bağımlılığında yaygın olarak kullanılmaktadır.

Teknoloji Bağımlılığının Zararları

Teknoloji bağımlılığının zararları etkileri duygusal ve fiziksel olabilir.

Teknoloji bağımlılığının duygusal zararları:

  • Depresyon
  • Suçluluk duygusu
  • Anksiyete
  • Teknoloji/internet kullanırken öfori duyguları
  • Öncelikleri belirleyememek veya planları sürekli ertelemek
  • Dış dünya ve sosyal çevreden izolasyon
  • Zaman kavramını yitirmek
  • Aşırı savunmacılık
  • İşten sakınmak; mesai veya okuldaki görevlerini yerine getirmemek
  • Sorumlulukları sürekli erteleme ve aksatma
  • Ani ruh durum değişiklikleri
  • Korku
  • Yalnızlık hissi
  • Rutin işleri yerine getirirken sıkılma

Teknoloji bağımlılığının fiziksel zararları:

  • Sırt ağrıları
  • Karpal tünel sendromu
  • Baş ağrıları
  • Uykusuzluk (insomnia)
  • Sağlıksız beslenme (sürekli bilgisayar başında yemek ve bilgisayardan uzaklaşmak yoksunluk duygusu yarattığı için)
  • Kişisel bakım ve hijyeni aksatmak
  • Boyun ağrıları
  • Göz kuruluğu ve diğer görüş problemleri
  • Aşırı kilo kaybı veya obezite

Teknoloji Bağımlılığı Nasıl Önlenir?

Teknoloji bağımlılığının önlenmesi kişilerin elinde olan bir durumdur. Yani bağımlı olan kişinin bu durumdan kurulmak istemesi gerekir. Ancak bu şekilde teknoloji bağımlılığından kurtulabilir. Eğer kişi teknoloji bağımlılığından kurtulmaya hevesliyse bunu başarabilir. Diğer türlü bağımlı olan kişiyi bu durumdan kurtarmak zor olacaktır.

– Öncelikle teknoloji bağımlılığına neden olan etkenlerden uzak durmak gerekir. Özelikle televizyon, tablet ve akıllı telefon son derece tehlikelidir.

– Sosyal hayata karışmak teknoloji bağımlılığından kurtulmak için son derece önemlidir. Sevdiğiniz kişiler veya arkadaşlarınız ile çeşitli aktiviteler yapabilirsiniz.

– Teknolojiyi doğru bir şekilde kullanmaya özen göstermek gerekir. Özellikle interneti faydalı olacak bir şekilde kullanmak gerekir.

– Yapılacak işleri ertelememek gerekir. Yapacağınız bir işi ertelediğiniz zaman teknolojiye yönelebilirsiniz. O yüzden işlerinizi zamanında yapmaya özen göstermelisiniz.

Teknoloji bağımlılığı ortadan kaldırılabilecek bir problemdir. Bunun için teknolojik aletleri az kullanmak gerekir. Özellikle televizyon başında az zaman geçirmek lazımdır. Çünkü en çok teknoloji bağımlılığı televizyon başında yaşanmaktadır. Bu yüzden televizyondan uzak durmakta fayda vardır.

Teknolojiyi doğru ve bilinçli bir şekilde kullanmak son derece önemlidir. Teknolojiyi yanlış kullanmak ise bağımlılığa neden olmaktadır. Bu yüzden teknoloji bağımlılığını önlemek için ilk yapılması gereken teknolojinin nasıl kullanılması gerektiğini öğrenmektir. Bu sayede teknoloji bağımlılığına yakalanma şansınız oldukça düşecektir.